Ana içeriğe atla

Kardeşlik, Türkiye ve Azerbaycan



      Tarihte devletlerin kardeşlik ilişkileri kolay oluşmaz. Velev ki, aynı soydan, kültürden bile olsun. Bunun en başta gelen şartı, zor zamanda bazı fedakarlıklarda bulunarak diğerinin yanında durabilmektir.

    Bir süredir Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinde matbuatın rolü hakkında bir çalışma yapıyorum. Burada karşıma çıkan bazı örnekler, “bir millet iki devlet” anlayışının tarihi temelleri hakkında bazı ipuçları verdi. Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

      Biliyorsunuz, Hasan Bey Zerdabi’nin Ekinçi gazetesi, Türk Dünyasının ilk matbuat organlarından biriydi. Gazete, Rus Çarlığı sansürünün en katı zamanlarında yayın hayatına başlamıştı. Bu ağır sansüre rağmen yayınını sürdürüyordü. Ta ki, Türkiye tarihinde 93 Harbi denilen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşına kadar. Bu tarihte gazete, Rusya aleyhinde bir şiir yayınlandığı gerekçesiyle kapatıldı.[1]
1905 Rus İhtilali sonucunda ortaya çıkan yeni durum, Azerbaycan halkını Türkiye’nin meselelerine karşı daha hassas hale getirdi. Özellikle 1911 Trablusgarp Savaşı, ardından gelen Balkan ve Birinci Dünya Savaşları sırasında tüm Azerbaycan Türkleri Anadolu’daki kardeşlerinin yanında oldu, derdiyle dertlendi, sıkıntılarını paylaşmaya çalıştı.

      Bu dönemde Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı Balkan Devletlerini desteklemesi ve Panslavist bir politika izlemeye başlaması Azerbaycan Türklerini ciddi biçimde etkiledi. Mir Yakub’un “Kafkas Problemi” adlı eserinde dediği gibi, “Azerbaycanlıların özü Türk, daha doğrusu Türk menşeli olduklarından, tabii olarak Türkiye’ye rağbet besliyorlardı”.[2] 

     Bu yüzden, Rusya’nın izlediği dış politikaya en büyük tepkilerden birisi, bu devletin egemenliği altında olmasına rağmen, Azerbaycan’dan geldi. Örneğin, 1911 yılında kurulan ve kısa zamanda Azerbaycan’ın en güçlü siyasal partisi haline gelecek olan Müsavat Partisi bir bildiri yayınlayarak, Rusya’nın Balkan politikasını şiddetli kınadı ve Azerbaycan Türklerini, Osmanlı Devletine yardıma çağıran bir bildiri yayınladı. Bu bildiride Balkan Savaşlarının asıl sorumlusu olarak Rusya gösteriliyor ve şöyle deniyordu:

        “…Eğer biz şimdi de kendimizin evvelki hissizliğimizden vazgeçmezsek, dünyanın gözü önünde hak, İslamiyet ve milletimizi kaybedip ağyare ecir, tabi, adeta esir olacağımız şek ve şüpheden aridir.”[3]

        Azerbaycan basınında Balkan Savaşları sırasında sivil Türklerin karşı karşıya kaldığı dramlara da sıkı sık yer verdikleri ve bunun büyük bir dayanışma duygusu uyandırdığı görülmektedir. Örneğin, Gence (Yelizavetpol) Gubarnatörlüğünün 10 Kasım 1911 tarihli bir yazısında Azerbaycanlı Türklerin Balkan Savaşlarında Türkiye’nin yenilmeyeceğine derin bir inanç besledikleri belirtilmekte ve yasadışı bir şekilde Türk Ordusu için para topladıkları ifade edilmektedir.[4] Yine Osmanlı arşiv belgelerinden Balkan Savaşı sırasında yetim kalan çocuklar için Edirne’de yaptırılan Darül Eytam için Azerbaycanlı zenginlerin 10.000 ruble yardımda bulunduklarını anlıyoruz.[5] Azerbaycanlılar maddi yardımların yanında şöyle bir dayanışma kararı da almışlardı: “... Türkler bu harbten kurtuluncaya kadar, kızlar ve erkekler evlenmeyecekler, hiçbir Türk sinema ve tiyatrolara gitmeyecek, evlerde ahenk olmayacaktır. Erkeklerden hiç kimse traş olmayacaktır.”[6]

       Azerbaycan kamuoyunun Türkiye’ye karşı bu yakınlık duygusu Birinci Dünya Savaşı sırasında da kendini gösterecektir. Mesela, Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak, “Yetmişlik Bir Subayın (Zabitin) Hatıraları” adlı eserinde bu savaş sırasında Rus ordusu saflarına bulunan bir Azerbaycanlı subaya ait ilginç bir olay anlatır.[7] Süleymanov soyadlı bu zabit, emrindeki askerleri farklı yöne yönlendirerek Türk ordusunu ciddi bir tehlikeden uzaklaştırmıştır. Apak, Azerbaycanlı subayın kendi hayatını riske atarak yaptığı bu hareketi “unutulmaz” olarak nitelemektedir.

       Daha sonra, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti milletlerarası alanda resmen tanınmasına rağmen 27 Nisan 1920’de 11. Kızılordu tarafından işgal edilerek varlığına son verildi. Aslında işgalci Kızılordu’nun gücü fazla değildi; Azerbaycan Milli Ordusu ve halk buna karşı gelebilecek güçteydi.[8] Ancak, gelen ordunun Türkiye’de başlayan milli harekete destek amacıyla gelen bir ordu olduğu propagandası üzerine Azerbaycan Türkleri buna karşı savaşmaktan imtina etmiş, hatta Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ni deviren bu ordunun başında bulunan Osmanlı zabitleri müthiş bir heyecanla karşılanmıştır.[9]

    Diğer taraftan hem Azerbaycan Halk Cumhuriyeti hem de Azerbaycan Şura Cumhuriyeti döneminde Türkiye Milli Mücadelesine önemli siyasi, ekonomik ve askeri destek verilmiştir. Aynı şekilde TBMM Hükümeti de Azerbaycan’ı en yakın ve yardım istenecek ülkelerin başında görmüştür. Mesela, Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 3 Mayıs 1920 tarihli şifre telgrafta, “Elde beş para bulunmadığı malumu devletleridir. Şimdilik dahilde bir menba da bulunmuyor. Başka taraftan temin edilinceye kadar Azerbaycan hükümetinden azami miktarda istikraz akdi imkanının teemmül ve temin buyurulmasını” istiyordu.[10]

     Bu yardımlaşma ve fedakarlık duygusu Sovyet dönemi ve sonrasında da devam etmiştir. Yakın tarih olduğu için 1991 yılından sonraki olaylar, mesela Bakü petrollerinin Türkiye üzerinden taşınması konusunda Azerbaycan’ın aldığı riskler herkesin hafızasındadır. Yaptığımız çalışmada, bu dönem geniş bir şekilde ele alınmaktadır.

     Elbette, bir makale sınırları içinde her şeyi anlatmak mümkün değil. Ama, kardeşliğin nasıl bir şey olduğunu ifade edebilmek bakımından Nerimanov’un 23 Mart 1921 tarihinde Atatürk’e yazdığı bir mektupta yer verdiği şu sözleri kaydetmek istiyorum:

      “Paşam, Türk milletinde bir anane vardır; kardeşe borç vermez, kardeş her durumda kardeşinin elinden tutar. Biz kardeş halklarız, her zaman ve her şartta birbirimizin elinden tutacağız. Bugün yaptığımız, bir kardeşin yaptığından başka bir şey değildir.”[11]

        Bir başka yazımızda da, Türkiye’nin kardeşlik desteğinden bahsedeceğiz.

______________

[1] Nadir Devlet, Rusya Türkleri’nin Milli Mücadele Tarihi (1905-1917), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s. 27; Tadeusz Swietochhowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı 1905-1920, çev. Nuray Mert, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1988, s. 48.
[2] Cemil Hasanlı,Azerbaycan Tarihi 1918-1920, Ankara, 1998, s. 26.
[3] Sebilürreşad, Cilt 9, İstanbul, 1328, s. 226.
[4] Hakani Memmedov, Azerbaycan Halkının Milli İstiklal Mübarizesi, Elm Neşriyatı, Bakü, 2005, s. 141.
[5] BOA, Dahiliye, Kalemi Mahsus, nr. 17/7, Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri (1578-1914), C. 1, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara, 1992 içinde s. 237-238.
[6] Fahrettin Erdoğan, Türk Ellerinde Hatıralarım (Fahrettin Telli’nin Hatıraları), İstanbul, 1954, s. 48.
[7] Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, s. 113-114.
[8] Mirza Bala Mehmetzade, Milli Azerbaycan Hareketi, İstanbul, 1991, s.124.
[9] “Nasıl Oldu”, Yeni Kafkasya Dergisi, Yıl 2, Sayı 15, İstanbul, 1341, s. 15. Yazı, bu olayların içinde bizzat bulunmuş olan bir Türk subayının yazdığı 1.8.1920 tarihli rapora dayanılarak hazırlanmıştır.
[10] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Cilt 4, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2006, s. 330.
[11] Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, cilt 3, s.438’den aktaran Adıgüzel, Atatürk – Nerimanov ve Kurtuluş Savaşımız, 2. bs., İleri Yayınları, İstanbul, 2006, s.117.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid