Ana içeriğe atla

ZENGEZUR KORİDORU ANLAŞMASI ÜZERİNE...

        Türkiye’deki bazı kesimlerde tuhaf bir Azerbaycan karşıtlığı var. Şimdi de Zengezur Anlaşması bahane edilerek kimi olur olmaz ifadelere rastlamaya başladık.

    Öncelikle, sözü edilen koridorun hayata geçecek olması Azerbaycan’ın Karabağ Zaferi’nin bir sonucudur. Sovyet müdahalesiyle bölünen Azerbaycan’ın batısı ile ana kara arasında karadan bağlantı imkanı var elde edilmiş oldu ki, bu tarihi bir gelişmedir.

 

        İkincisi, evet Göğçe Gölü’nden İran’a uzanan bölge, 1918’de kurulan Ermenistan devletine ait değildi. Azerbaycan toprağıydı. Batı Azerbaycan’dı. Ne var ki Sovyetler Birliği döneminde Stalin’in Türkiye ile Türk dünyasını bölme politikasının sonucu olarak Ermenistan’a verilmişti. Ancak şu anki durumda uluslararası hukuk gereği Ermenistan toprağıdır ve üzerindeki egemenlik hakkı bu devlete aittir. Dolayısıyla bu anlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Yani egemenlik hakkından feragat durumunda kalmıştır. Bu da Türkiye ve Azerbaycan’ın belgeyle ilgili ortak politikalarının elde ettiği bir kazanımdır.

        Üçüncü olarak yıllar boyu Rusya ve İran etkisinde kalan Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan’ın daha etkili olabileceği bir uluslararası sisteme çekilmesi dış politikamız açısından daha etkili ve inisiyatif sahibi olma şansı doğurmaktadır. 

        Evet, gönül koridorun Türkiye’nin himayesinde olmasını arzu ederdi. Ne var ki reel politik şartlar ve Ermenistan’ın kendi iç kamuoyu ve diasporasını ikna edebilmek açısından bunun mümkün olamadığını gösterdi. Ayrıca Rusya ve İran etkenlerini de unutmamak gerekir.

        Ermenistan, Rusya’nın Çarlık döneminden başlayarak sıcak denizlere inme hedefi için elde kalan son fırsattan biriydi. Anlaşmayla Rus nüfusundan çıkmak için büyük bir adım atılmıştır. Bu gelişme aynı zamanda  Rusya ile Türkiye arasında tampon bir bölge oluşmasını sağlayacaktır. 

        Unutmayalım, Osmanlı Devleti’nin temel dış politika hedeflerinden birisi tampon bölge konusuydu. Öyleki bunun için dönemin Azerbaycan Halk Cumhuriyeti yöneticilerinin itirazına rağmen devlet olmak için toprakları olmayan Ermenilere Azerbaycan topraklarının bir kısmının verilmesi için baskı yapılmıştı. Bunun sonucunda da Erivan ile Gümrü arasındaki bölgede bir Ermenistan devleti kurulmuştu. Bu devlet, Sovyet döneminde de bugünkü sınırlarına kadar büyütülmüştü.

        Elbette, uluslararası düzen bir güç mücadelesidir. Bugün ABD’nin bölgeye girmesi bu yüzdendir. İşin bize bakan yüzü ise Türkiye ile Türk dünyası arasında yüzyıllık bir rüya olan karasal ticarete, ulaşıma fırsat vermesidir. Bundan sonrası hem Türkiye hem de Azerbaycan’ın dış politikalarındaki istikrara, etkin olmalarına ve iş birliklerindeki güçlü dayanışmamayı sürdürmelerine bağlıdır.

     Sonuç olarak, koridor konusu Ermenistan’la ilgili bir süreçti ve Azerbaycan, yürüttüğü diplomasi ve gösterdiği azimle bu koridorun açılmasını sağlamak yönünde önemli bir başarı elde etmiştir. 

    Bu gelişme her halükarda hem Türkiye hem Azerbaycan hem de Türkistan devletlerinin entegrasyonunu güçlendirme potansiyeline sahiptir. Rusya ve İran’ın Güney Kafkasya bölgesinde Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik oyun oynama imkanını önemli ölçüde azaltmıştır. Ayrıca, Türkiye ile Türkistan coğrafyalarının ilişkilerinin güçlenmesine katkı verecek bir fırsattır.

    Artık takip edilmesi gereken Ermenistan’ın içinde ve dışında bulunan Türk düşmanlarının anlaşmaya razı olan Paşinyan hükümetine karşı ne tür saldırılar başlatacağıdır.

            Bekleyip göreceğiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuz...

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd...