Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”,
Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır. Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve
Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam
karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı
(Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr,
tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş,
medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir.
Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak
taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar
coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli
ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı…
Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç
eksilmez…
Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun
ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş intibaı veren bu coğrafya,
en kadim dönemlerinden beri, üzerinde yaşayan halka yani Türklere hareketli ve
savaşçı bir nitelik kazandırmış ve tarihin şahit olduğu pek çok büyük
imparatorluk burada doğmuştur… Bunlardan biri de Büyük Selçuklu Devleti’dir.
Selçuklular tarih sahnesine Cend şehrinde
çıkmışlardır. Adını, imparatorluğa verecek olan Selçuk Bey, obasıyla birlikte
961’de bu şehre gelmiş ve vefatına kadar (1009) burada yaşamıştır. Mezarı da
Cend’dedir.
Ne var ki Cend, 14. yüzyıldan sonra, tarihî kaynaklarda
zikredilmez olmuş, Türk-İslâm tarihinin kayıp kentleri arasına katılmıştır.
Oysa bir büyük dirilişin tohumlarının yeşerdiği, bağrından Osmanlı Devleti’nin
yükseldiği bir büyük medeniyet atılımının ilk kaynağıdır bu şehir.
Cend kenti, bugünkü Kazakistan’ın batısında,
Aral Gölü yakınlarındaki Kızılorda bölgesinde yer almaktadır. Buraya
ulaşabilmek için uzun bir yol kat etmek, meşakkatlere göğüs germek icap eder. Şehrin
kurulduğu alana vardığınızda ise, tarihin yeniden şekillenmesine beşiklik etmiş
coğrafyanın ruhu size sirayet eder ve tüm yorgunluklarınız yok oluverir.
Kadim Cend şehrinde insanın karşısına çıkan
ilk manzara, ıssızlığın ortasında zamana direnmeye çalışan toprak kale
kalıntıları oluyor. Geniş bozkırın ortasında yer yer serpilmiş başka yapı
kalıntıları da var. Lâkin kale kalıntıları, bütüncül olarak zamanın tahribatına
en fazla dayanabilmiş yapı özelliğine sahip.
Cend şehri 10. yüzyıl başlarında kuruldu. İslâm
coğrafyacıları, Cend’i Seyhun Irmağı kıyılarında Oğuzlar’ın yaşadığı üç
şehirden biri olarak kaydederler. Söz konusu dönemde Cend halkının, bölgenin hâkimi
olan ve henüz İslâmiyet’i kabul etmemiş Oğuz Yabguluğuna tâbi olduğu
bilinmektedir. Şehrin kaderi ise, Dukak
oğlu Selçuk’un, yabgu ile arasının açılmasından dolayı, mensuplarıyla birlikte
buraya gelmesiyle değişir. Dukak Bey, Oğuz Yabgu devletinin önde gelen şahsiyetlerinden biriydi.
Ülke yönetiminde olduğu kadar ordu üzerinde de güçlü bir nüfuzu bulunuyordu.
Yabgu da önemli kararları ona danışmadan vermezdi.
Dukak’ın, tahminen 1039’da dünyaya gelen
oğlu Selçuk, işte böyle bir iklimde yetişir ve babasının ölümünden sonra, ordu
komutanlığı görevine getirilir. Ne var ki onun genç yaşta elde ettiği başarı,
saray çevresinin entrikalarını arttıracak ve yabgu ile ilişkilerinin
bozulmasına yol açacaktır.
Selçuklu Oğuzları Cend bölgesine
geldiklerinde henüz Müslüman değildiler. Selçuk Bey, burada tarihî bir karar
vererek 961 yılında Müslümanlığı seçti. Bu karar, Türk tarihinde olduğu kadar,
genel İslâm tarihi ve dünya tarihi açısından da en önemli dönüm noktalarından
biri olacaktır.
Müslüman
olmadan önce Selçuk Beyin gördüğü bir rüyadan söz edilir. Rüyasında, bir ermiş
kişi ona şunları söyler: “Senin neslinden gelecek olanlar İslamiyet’i
yüceltecek ve dünyaya hâkim olacaklardır.” Benzerlerine Karahanlı Hakanı Abdulkerim
Satuk Buğra Han’ın Müslümanlığı seçme öyküsünde ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş
sürecinde de tanık olunan bu rüya, Selçukluları, önce bulundukları coğrafyada
yeni dini kaim etme mücadelelerinde, ardından da doğudan batıya eski dünyanın
büyük bölümüne yönelen fütuhatlarında en önemli manevî dayanaklarından biri
olur.
Selçuk
Bey, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra hiç zaman kaybetmeden yeni dini
milletdaşları arasında yaymak için harekete geçecektir. Tarihî kayıtlar, Selçuk
Beyin ilk icraatlarından biri olarak, Oğuz Yabgu devletinin vergi
tahsildarlarını, “bir Müslüman şehrinin kâfirlere vergi vermeyeceği”
gerekçesiyle kovduğunu ve vergi vermeyi reddettiğini kaydederler. Yabgu ise, bu
harekete Cend’e kuvvet göndererek cevap verir ama Selçuk Bey, bu orduyu
yenilgiye uğratarak beyliğini ilân eder.
Dukak oğlu Selçuk’un başlattığı gaza hareketi
ve elde ettiği başarıların ünü hızla yayılır ve kısa zamanda ona büyük bir
şöhret ve nüfuz kazandırır. Artık,
“el-Melikü’l-Gāzî” unvanıyla anılmaya başlamıştır. Bu savaşar sırasında Cend,
şehit kanlarıyla da sulanmaktadır diğer taraftan. Öyle ki, Selçuk’un oğlu, Tuğrul
ve Çağrı beylerin babası Mikail de böyle bir gaza sırasında şehit düşer.
Selçuk
Beyin ölümünden sonra, oğullarından Aslan Yabgu başa geçer. Selçuklu
Türklerinin Cend’den ayrılması onun zamanında gerçekleşir. Selçuklular, bugünkü
Buhara ve Semerkant dolaylarına yerleşirler. Aslan Yabgu’dan sonra ise beyliğin
sevk ve idaresini Selçuk Beyin torunları Tuğrul ve Çağrı beyler üstlenir. Onlar
zamanında, Gaznelilerle yapılan büyük savaş vuku bulur ve 1040’ta, Dandakan’da,
Büyük Selçuklu Devleti kurulur.
Böylece, Selçuk
Beyin Cend’e yerleşmesinden yaklaşık 80 sene sonra dönemin üç büyük
imparatorluğu olan Karahanlılar, Gazneliler ve Samanoğulları devletlerinin
arasından yeni bir Türk devleti yükselir. Ne var ki Selçuklular, adı geçen
devletlerin aksine, atayurtta sabit kalmaz ve kendine yeni yurtlar arayarak
Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya yönelir. Böylece İslâm dünyasındaki hareketlilik de yön
değiştirir. Daha önce Müslüman Araplar güneyden kuzeye, Maveraünnehr’e doğru
ilerlemişken, Türkler ise güneye; yani Anadolu, Irak, Suriye ve Mısır’a doğru
yönelirler ve dünya tarihinin yeniden şekillenmesine vesile olurlar. Yalnızca
siyasî olarak değil elbette; iktisadî, sosyal, kültürel.., tüm yönleriyle yeni
bir medeniyet telâkkisidir ortaya çıkan… Ve yine bu hareketlilikle birlikte
Selçuklular, dünyanın yakından izlediği ve tüm Müslümanların zaferlerinden
mutluluk duymaya başladığı bir devlet olacaktır...
Selçukluların
Aslan Yabgu öncülüğünde şehirden ayrılmalarıyla birlikte Cend, Kıpçak Türklerinin eline
geçer. Fakat Cend’i, “devletlerinin mebdei ve menşei olan aziz bir belde”
olarak kabul eden Selçuklular, burayı hiçbir zaman unutmazlar. Meselâ Sultan
Alparslan, 1065’te dedesi Selçuk Beyin kabrini ziyaret ederken, Sultan Sencer de
Cend’i tahkim ederek ata topraklarına olan vefa borçlarını ifa ederler. Tarihî
kayıtlardan, daha pek çok Selçuklu sultanının benzer ilgili gösterdiklerine
şahit oluyoruz.
Cend, bir dönem bugün Aral olarak bildiğimiz göle de adını verir.
Bölgenin ticarî hayatında da önemli bir rol oynar. Öyle ki tarihçi Yakutî, 13.
yüzyılda Cend’i büyük bir şehir olarak tanıtır ve halkının Hanefî olduğundan
bahseder.
Selçuklu Türklerinin tarih sahnesine çıktıkları bu kadim şehir, Harzemşahların
idaresinde iken, 13. yüzyıl başlarında Moğol hâkimiyeti altına girer, Cengiz
Han’ın ordularına teslim edilir. Moğol hanedanlarının hâkimiyeti yaklaşık bir
buçuk asır devam eder. 1370 yılında Çağatay Hanlığının ortadan kalkmasından
sonra Cend şehri de tarih sahnesinden kaybolur. 14. yüzyıl sonlarından itibaren
kayıtlarda artık Cend’den söz edilmediği görülür.
Bugün ise, modern şehirlerin ve yerleşim
bölgelerinin uzağında, kendi mahzunluğunu yaşamaktadır. Yüzyılların
tahribatıyla, Selçuk Beyin mezar yeri de kaybolmuş, nâmalûm olmuş durumda…
Bölgedeki ilk arkeolojik kazılar ise Sovyetler
Birliği zamanında yapılmış. O günlere tanıklık eden rehberimiz, o sırada
değerli taşlarla bezenmiş bir hançer bulunduğunu ifade etmiştir. Ancak bu
kazının sonucunun ne olduğu, ortaya hangi eserlerin çıktığı meçhuldür. 2000’li
yılların başından itibaren de Türkiye’den çeşitli ilim adamları da bölgeye
giderek incelemelerde bulunmuşlar, TİKA kanalı ile çalışmalar yapılacağı basına
yansımıştır. Bizim gittiğimiz 2010 yılı yazında Cend’in mahzunluğu devam
ediyordu. Bugünden görünen gerçek de, Türk-İslâm medeniyetinin ilk tohumlarının
atıldığı bu şehrin hâlâ bağrında hazineler barındırdığı ve sırlarının ortaya
çıkarılmadığıdır.
Sanırım burada da en önemli görev Türkiye ve
Kazakistan’a düşmektedir. Çünkü Cend bugün, Selçukluların öncülüğünde Anadolu
topraklarına akan Oğuzların tarih sahnesine çıktığı bir Kazak toprağıdır.
"Bu yazı, Şehir ve Kültür dergisinin Kasım 2017 sayısında yayınlanmıştır."