Ana içeriğe atla

Şehitlere ağlamak

“Söz verdim, ağlamıyorum oğlum”
Başlığın mottosundaki ifade, Şırnak’taki elim helikopter kazasında hayatını kaybeden askerlerimizle ilgili bir gazete haberinden alınma. Şehit düşen askerin ailesi metanetini bu sözlerle ifade etmiş.
Ülkemiz, uzun yıllardır terörle mücadele içinde. Vatanı böldürmemek için, dışardan beslenen iç ihanetlere karşı mücadele sırasında pek çok evladı toprağa düştü.
Elbette her bir şehit yalnız ailesinin değil, bu vatanda yaşayan herkesin yüreğini dağlıyor, acı veriyor. Ne var ki, terör, ülkemize karşı iç ve dış saldırılarını devam ettirdikçe bu mücadele sürecek. Ancak ben bu yazıda, kimi kesimler nezdinde değişen şehitlik algısı üzerinde durmak istiyorum.
Bakü Temsilciliği görevini yürütürken, Kafkas İslâm Ordusu’nun Azerbaycan’da kalan askerlerinin hayatları ile ilgili bir araştırma yapmış, çocukları ile röportajlar gerçekleştirmiştim. Orada Kayseri İncesu/Kızılören köyünden Kafkas İslâm Ordusu’na katılan Topaloğullarından Mustafa ile ilgili bir hâtıra halen ruhumdaki etkisini sürdürüyor.
Oğlu Selim Mustafayev’in anlattığına göre, babası, askere alındığında 37 yaşında, evli ve iki çocuk sahibiymiş. Köyünden ayrılırken annesi arkasından şöyle seslenmiş: “Oğlum, savaşta sakın sırtından vurulma, ak sütümü helal etmem!” Yani, evli ve çocuk sahibi bir redif askeri orduya yeniden çağrılırken bile annesi, cepheden kaçmamasını, gerekirse şehit olmasını söyleyebilmektedir.
Aslında bu durum, “şehitlik” kavramına toplumsal bakıştaki değişmenin de bir göstergesidir. Çünkü bizim inancımıza göre “şehitler ölmez”. Onlar diridirler. (Bakara, 2:154). Yani, kaçınılan değil, aksine, arzu edilendir şehitlik. Çünkü “(Şehitler), Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. (Ali İmran, 3:170)”
Bu inanış tarih boyu halkın vatan savunmasında, ilayı kelimetullah için mücadelede en önemli düstur olmuş, insanlar gözlerini kırpmadan şehadete koşmuşlar, geride kalanlar ise şehit yakını olmanın gururunu yaşamışlardır. O nedenledir ki, yaklaşık bir milyon askerin şehit olduğu Seferberlik yıllarını yaşamış hiçbir ailede “neden?” sorusu yoktur, toprağa düşmüş yakınları için devlete böyle bir soru yöneltmek akıllarına gelmemiştir.
Zaten, askerlik, polislik gibi güvenlikle ilgili meslekler, gerektiğinde ölümü göze alabilen kahraman insanların üstlendiği mesleklerdir; böyle bir göreve talip olmak, ülkenin, vatanın korunması için öncü göreve talip olmak demektir.
Uzun tarihimiz nice böyle öncülerin destanlaştığı kahramanlıklarla doludur. Evet, mesela, son elim olayda bir tümgeneralimiz şehit düşmüştür ama savaş meydanlarında, Murat Hüdavendigar gibi, benzeri şehit düşmüş nice hükümdarlarımız, komutanlarımız vardır. Onun içindir ki, tarih boyunca hep kahraman bir millet olarak temayüz ettik, bin yıldır da İslam’ın bayraktarlığını yapıyoruz.
Ne var ki, medya gündemi oluşturulurken şehitlik kavramının ve ifade ettiği anlam örgüsünün tahrif olabileceği bir tabloyu, bilerek ya da bilmeyerek ön plana çıkartılmakta ve acı-gözyaşı-feryat figanla resmetmektedir.
Aman dikkat!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

Balasagun: Unutulan Karahanlı Başkenti

“Türk-İslâm tarihi siyasî olarak ne zaman başlar” diye bir soru sorulsa, cevabı muhakkak ki “Karahanlılar” olacaktır. Öyledir de. Türklerin ilk Müslüman devleti olan Karahanlılar İmparatorluğu, Selçuklu ve nihayet Osmanlı ile zirveye ulaşan büyük Türk-İslâm medeniyet yürüyüşünün başlangıcıdır; Karahanlılar, bu medeniyetin ilk halkası ve kurucu atasıdır.   Bugün her ne kadar tarih sahnesinden çekilmiş durumda olsa da, halen, geniş Türkistan (Orta Asya) coğrafyasının dört bir yanında geride bıraktıkları miras,   gelişip serpildikleri şehirler, sosyal, kültürel ve tarihî etkileri yaşamaya devam etmektedir. Bu büyük devletin ilk başkenti ise Balasagun'dur. Balasagun şehri, Kırgızistan'ın Doğu Türkistan (Kaşgar şehri) sınırında yer almaktadır. Bişkek’ten karayolu ile yaklaşık 1,5 saatlik bir mesafede olan şehir, bir zamanlar tarihî İpek Yolu’nun güzergâhı üzerinde bulunuyordu. Yüzyıllarca, kentin çevresini saran dağlar arasından geçen İpek Yolu’nu izleyen kervanlar, Balasagun