Anlattığı II. Dünya Savaşı’ndan uzak ve
yabancı bir sahne değildi. Burnumuzun dibinde, daha dün denilebilecek bir
tarihte, 26 Şubat 1992’de yaşanmış bir trajediydi. Bütün dünyanın yaşandığı
sırada ilgisiz kaldığı, bugünse hatırlamak bile istemediği bir trajedi.
Elman Memmedov, kuşatma altındaki
şehrin, Dağlık Karabağ’ın o güzel, alımlı şehri Hocalı’nın o sıradaki
valisiydi. “Katiyetle aklımıza gelmiyordu ki, biz Hocalı’yı terk edelim” dedi.
Ama sivil insanlar nereye kadar dayanabilirdi ki. “1991’in Kasımının 1’inden,
1992 Şubat ayının 25’ine kadar çok şehitler verdik, esir düşenlerimiz oldu, ama
mukavemet gösterebildik. Sonra gördük ki, artık ahali kırılır. Kırılanların
çoğu kadınlardır, çocuklardır. Ve bunları kurtarmak lazımdır. Benim tarafımdan
emir verildi ki, artık şehri terk etmeliyiz. Buna göre bir istikametten
başladık çıkmaya. O istikameti seçmiştik ki, orada yol yok idi. Çünkü yoldan
gittin, Ermeni kontrol noktasıdır. Orda pusuya düşersin. Kış… Meşelik, dağ
kardı; soğuk vardı. Mesafe çok uzaktı.”
Azerbaycan’da Pirşahı kasabasında sürgün
hayatı yaşayan Nazile Selimova ise, can derdine düştükleri o soğuk kış gecesini
şöyle anlattı: “O gece, öyle bil ki, kar üstüne kar yağmıştı. O karın üstünde
ilerleyen insanlar, kendilerine bir aydınlık huzmesi arıyorlardı… Ay Allah! Biz
nereye gidelim, hangi yana kaçalım! Karlı ırmağı, buz gibi soğukta kim yalın
ayak geçebilir! Korku öyle şey ki, buz gibi suları gece geçip gittik. Derelere
tepelere düşmüştük. Nine torundan, baba çocuktan, anadan ayrı düşmüştü. Arayıp
bulamıyorduk ki, hay Allah, hangi yöne gidelim?!”
Aslında her şey 1805 Kürekçay Antlaşması
ile başladı. İsimleri değişse de hep Türk devletleri tarafından yönetilen ve
son devirde bağımsız bir hanlık olan Karabağ, o tarihte Rus Çarlığına bağlandı.
Ardından sonuçları bugüne kadar uzanacak olan 1813 tarihli Gülistan ve 1828 tarihli
Türkmençay anlaşmaları imzalandı. Rus Çarlığı ile İran arasında yapılan bu
anlaşmaların en önemli sonuçlarından birisi, Azerbaycan coğrafyasının bölünmesi
ve bölgeye Ermeni nüfusunun göçüne kapı aralaması oldu.
Oysa
Çarlık Rusyası’nın bu göç politikasını uygulamaya koyduğu ilk yıllarda, bölgede
Türkler ezici bir çoğunluğa sahiptiler. Örneğin, dönemin Rus ordusu komutanı
Yermalov tarafından (1805-1822)
hazırlanan bir istatistiğe göre, Karabağ nüfusunun yüzde 78,3’ü Azerbaycan
Türklerinden, yüzde 21,9’u Ermenilerden oluşuyordu. Tüm gayretlere rağmen bu
sayısal üstünlük 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etti. 1886 yılında
yapılan bir istatistiğe göre, bugün Azerbaycan’ın ana karasıyla Nahçıvan
arasında kalan Zengezur bölgesindeki 326 köyden yalnızca 81’i Ermenilere aitti.
Erivan’da da ahalinin yüzde 66’sı Azeri, yalnızca yüzde 34’ü Ermeni’ydi.
Rusların
19. yüzyıl boyunca uyguladığı politika istenen sonucu vermedi; bölgede hâlâ
Türkler çoğunluktaydı. Nüfus dengesi değiştirilemeyince Türklerin zorla
uzaklaştırılması gündeme geldi. Bunun yöntemi olarak da baskı ve sindirme yolu
seçildi. Böylece 1905 ve 1907’deki kanlı olaylar yaşandı. Çarlık Rusya’sının desteklediği
bu eylemler, bugünkü Ermenistan ve Dağlık Karabağ’daki Azerbaycan Türklerinin ilk
kitlesel sürgünlerinin de başlangıcı oldu.
Bu
durumdan cesaret alan Ermeniler, denizden denize büyük Ermenistan hayallerini
gerçekleştirebilmek için bu kez, bugünkü Azerbaycan’ı da tamamen boşaltmaya
karar verdiler. Bu bağlamda Türkleri bulundukları yerlerden zorla çıkarmaya
yönelik ikinci büyük sistematik saldırı dalgası ise 1918 yılında ortaya çıktı.
O sıralarda, Bakü’de kurulan Bolşevik yönetimin başına Lenin tarafından Ermeni
asıllı Şaumyan atanmıştı. Bunu fırsat bilen Taşnaklar, Azerbaycan tarihine “31
Mart kırgınları” olarak geçen ve kısa sürede tüm ülke sathına yayılan tedhiş
hareketlerini başlattılar. İki gün içerisinde yalnızca Bakü ve civarında 20
bine yakın insan öldürüldü, binlercesi kaçtı. Azerbaycan tarihinde bu göç
hareketine “kaça kaç” ya da “kaça kov” denilmektedir.
Bu
kırgın ve sürgün politikası, Enver Paşa’nın kardeşi
Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun, “Kafkas İslam Ordusu” adıyla,
1918 Mayıs’ında Azerbaycan’a gelmesi ile durduruldu. Yaklaşık dört ay süren bir
askeri harekatla tedhiş sona erdirildi. Sahip
olduğu zengin petrol yatakları sebebiyle Rusların göz koyduğu Bakü, Azerbaycan
Halk Cumhuriyeti’nin başşehri ilan edildi. Bugünkü Azerbaycan’ın siyasi
sınırları da o tarihte çizildi.
Ancak, 1920 yılında tüm Kafkas bölgesi, Sovyetler Birliği’nin yönetimi altına girdi. Ermeniler bu dönemde de etkin konumlarını sürdürdüler. Ermenistan’ın sınırlarının asıl genişlemesi de bu dönemde gerçekleşti. Öyle ki, 1920’lerde başlayıp 1980’lere kadar geçen süre içerisinde Ermenistan, Azerbaycan toprakları aleyhine üç kattan fazla genişleyerek, ilk kurulduğu yıllardaki 9 bin kilometrekareden bugünkü 29 bin kilometrekarelik alana ulaştı. Böylece, Azerbaycan’ın Nahçıvan, dolayısıyla Türkiye ile olan coğrafi bütünlüğü ortadan kalktı, ülke bugünkü parçalı halini aldı.
Sovyet
hakimiyeti kurulduktan üç yıl sonra,
Dağlık Karabağ’ın Ermenistan sınırlarına katılmasına karar verildi. Bu
karar, uyandırdığı hoşnutsuzluk nedeniyle, ertesi gün Stalin’in de katıldığı
bir toplantıda iptal edildi. Ancak aynı gün, yani 5 Temmuz 1923 tarihinde,
Dağlık Karabağ’ın statüsü değiştirilerek, Azerbaycan sınırları içerisinde
kalmak kaydıyla, özerk bölge hale getirildi.
Ermenistan, elde ettiği toprakları etnik bakımdan asıl arındırma fırsatını II. Dünya Savaşı’ndan sonra yakaladı. Diasporanın da desteğiyle, 23 Aralık 1947 tarihinde SSCB Bakanlar Kurulu’ndan “Ermenistan SSC’den Kolhozcuların ve Başka Azerbaycanlı Ahalinin Azerbaycan SSC’nin Kür-Araz Ovalığına Göç Ettirilmesi Hakkında” bir karar çıkartıldı. Bu karar akabinde, Ermeniler, 1948’den 1953 yılına kadar geçen sürede yüz binlerce insanı tehcir ederek, “Batı Azerbaycan” olarak adlandırılan bugünkü Ermenistan’ı Türklerin azınlık olarak yaşadıkları bir bölge haline getirdiler.
Ermenistan’ın Türklerden tamamıyla temizlenme süreci ise Mihail
Gorbaçov’un SSCB Komünist Partisi Genel Sekreterliğine gelmesi ile tamamlandı.
Ermenistan’ın 170 ayrı yerleşim yerinde yaşayan 250 bin civarında Türk, 1988
Kasım ayının 20’sinden itibaren 15 gün içerisinde yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan,
planlı bir şekilde ve zorla sürgün edildiler. Ermenistan Türklerden tamamen
temizlendiğinde ise sıra, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge olan Dağlık
Karabağ’a geldi ve Dağlık Karabağ’ı Türklerden boşaltma faaliyetini hızlandırıldı.
Buna direnen halkla, Ermeni silahlı birlikleri arasında sıcak çatışmalar
başladı. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılı sonlarında dağılması ile çatışmalar
iyice alevlendi.
Karabağ savaşlarının en
dramatik sahneleri, Dağlık Karabağ’ın Hocalı şehrinde yaşandı. 1992 yılının
Şubat ayının 25’ini 26’sına bağlayan gece, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri ile
Dağlık Karabağ’daki Ermeni milisleri, SSCB’nin Hankendi’nde yerleşen 366. Motorize
Alayının da katılım ve desteğiyle Hocalı şehrine büyük bir
saldırı başlattılar. Bir gece içerisinde 613 sivil öldürüldü, bin 200’den fazla
insan da esir alındı. Öldürülenler ve esir götürülenler arasında, 1989 yılında
Fergana olaylarından kaçarak, Hocalı’ya gelip yerleşen Ahıskalı Türkler de
bulunuyordu. Bu rakamların birkaç bin kişinin kaldığı bir şehirde meydana
geldiği düşünülürse, trajedinin boyutları daha iyi anlaşılır.
Karabağ
savaşları süresince 20 bin dolayında Azerbaycanlı hayatını kaybetti, 4 bin 866
insan esir ya da kayıp düştü, 100 bin civarında insan yaralandı ve yaralıların
yarıya yakını sakat kaldı. Bu sırada, Azerbaycan’ın yüzde 20’sine denk gelen 17
bin kilometrekarelik toprağı işgal edilmiş; 900 yerleşim yeri, 131 bin
civarında ev, 1025 okul, 798 sağlık merkezi,
1500 kültürel mekan, 12 müze, 9 saray tahrip edilmiş ya da yakılmış,
müzelerdeki 40 bin civarında tarihi eser talan edilmişti. Bu arada, 927
kütüphanede bulunan on binlerce kitap ve el yazması eser de yok edilmişti.