Ana içeriğe atla

ARTIK ŞEHİTLERİN YÜZÜ GÜLÜYOR: 15 yıl sonra gidilen Bakü’den bazı izlenimler

        İlk günkü paylaşımımda da ifade ettiğim gibi 15 yıl sonra yeniden Azerbaycan’a gidecek olmanın heyecanı bambaşkaydı. INCSOS VII Karabağ Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi’ne katılmak üzere şehre indiğimizde saatler 20.30 civarını gösteriyordu. İlk göze çarpan, yeni ve modern bir havaalanıydı. Eskiden aynı yerde olan iç ve dış hat terminal binaları ayrılmış, eski bina iç hatlara tahsis edilirken, oldukça ferah ve geniş bir dış hatlar terminali yapılmıştı. Her yer pırıl pırıl, tertemiz, ışıl ışıldı.

Terminalin dışına çıktığımda yine farklı bir manzara vardı. Genişletilmesine rağmen otopark araçlarla dolmuştu. Oysa eskiden böyle değildi. Bu da ülkenin, benim görmediğim yıllar içerisinde ne derece ilerleme kaydettiğini anlamaya yetiyordu aslında.

         

        Şehre giden yola çıkınca bu gelişmişlik görüntüsü daha çarpıcı bir hâl almaya başladı. Caddeler genişlemiş, binalar yenilenmiş, etrafı saran petrol kokularından eser kalmamıştı. Karşılaştığım şehir başka ve çok modern bir şehirdi artık. Bu manzarayı kaldığım otelin 11. katındaki tüm Bakü’ye ve Hazar Denizi’ne hâkim konumdaki odamın penceresinden uykumdan feda etmek bahasına saatlerce doya doya seyrettim.
        
        Şehirdeki gelişmeyi ertesi gün daha da açık gözlemleme imkânım oldu. Şehrin, Asya’nın en güzel şehirlerinden birine çevrilmiş olmasını büyük bir mutluluk ve gurur içinde gündüz gözüyle de görmüş oldum. Eski Bakü’nün Sovyet döneminden miras köhnemiş binaları ya yenilenmiş, yenilemeyecek kadar eskimiş olanları ise yıkılarak yerlerine yeni binalar dikilmiş.Caddeler de öyle. Yollar genişletilmiş, son derece kaliteli şekilde asfaltlanmış. Bulvar olarak adlandırılan Hazar sahilindeki yürüme yolu da kilometrelerce uzatılmış ve rahatlıkla yürünebilecek bir duruma getirilmiş, çok ferah bir “Kordonboyu” oluşturulmuş.

Bunlar yapılırken şehrin tarihi dokusu da korunmuş. Restore edilen eski evlerin duvarları aslına uygun olarak kaplanmış, onlarca yıl içinde kararmış duvarları ağartılmış. Böylece, Bakü’ye modern bir “kadim şehir” havası verilmiş. İçeri Şehir de yine aynı titizlikle korunarak eski ihtişamına uygun şekilde ihya edilmiş.

Ne var ki bu inkişafın sonucu olarak olan bana oldu, şehirdeki büyük değişim benim şehirle ilgili koordinatlarımı kaybetmeme yol açtı. Neredeyse adım adım bildiğim sokakları, mahalleleri, meydanları çıkarmakta zorlandım, kendimi şehre ilk kez gelen biri gibi hissettim:)

Şehirde dikkatimi çeken bir başka husus da daha önce adlarına parklar yapılmış, heykeller dikilmiş Sovyetik şahsiyetlerin adlarının, heykellerinin kaldırılmasıydı. 26’lar Parkı yoktu mesela… Sadece Neriman Nerimanov’un devasa heykeli yerinde duruyordu, o da Sovyetik bir şahsiyet olarak görülmemeliydi zaten.

Ancak şehri dolaşırken, insanlarla konuşurken beni asıl sevindiren, duygulandıran ve gururlandıran onların ruhlarında yaşanan değişimdi. Karabağ Zaferi’nin sevinci ve gururu hemen herkesin yüzlerinden okunuyor, ses tonlarından hissediliyordu. Eskiden var olan çaresizlik hissi tamamen kaybolmuş, yerini büyük bir özgüvene bırakmıştı. Hatta, Şehitler Hıyabanı’nda yatan ve Karabağ’ın işgali yıllarında şehit düşen askerlerin mezar taşlarına konulmuş fotoğraflarda bile, bu aziz kahramanların yüzlerinin güldüğünü hissettim, ruhlarına dua gönderirken.

Zafer, halkın Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e olan saygı ve sevgisini de daha çok arttırmış. Aliyev’den gerçek bir lider olarak söz ediliyor, hayranlık ifade ediliyor. Bunun, Aliyev’in savaş boyunca karamsarlığa meydan vermeyen, tüm toplumu kucaklayan ve zafere inandıran liderlik vasfı ortaya koymasından kaynaklandığı açık. Nitekim kazanılan zaferde onun dirayetli liderliği, kararlılığının başlıca etkenlerden biri olduğu kanaati hâkim herkeste. Doğrusu da bu gerçekten. Zafere susamış bir milletin azim ve kararlılığı, insanların cepheye gitmek için seferber oluşu ve tüm halkın galibiyete olan sarsılmaz inancı, bu liderlik ile birleşince Ermenilerin yıkılmaz, aşılmaz sandıkları tahkimatlar kısa zamanda yok edilmiş, Karabağ işgalden kurtarılmış.

Bunun yanı sıra herkes, bu zafere Türkiye’nin maddi ve manevi desteğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk günden itibaren sarsılmaz bir şekilde arkalarında duruşunu, tüm Türkiye’nin tek vücut olarak yanlarında saf tutmasını da hayırla anıyorlar ve bu durumun kardeşliği bir kez daha sarsılmaz bir şekilde perçinlediğini söylüyorlar.

Velhasıl, Azerbaycan’a 3 günlük bu kısa ziyaret benim için bir bayram havasında geçti. Bir kısmıyla da olsa dostlarla görüşme imkânım oldu; Hazar’ın gönüllere ferahlık veren esintisini doyasıya çekebildim içime; İçeri Şehir’de, Nizami Küçesi’nde, Bulvar’da dolaşıp, geçmiş hatıraları tazeleme şansı buldum… Bütün bunların ötesinde ise Azerbaycan’daki dirçelişi, canlanmayı görmek sevincimi kat be kat arttırdı.

Rabbim kardeş Azerbaycan’ın daha da güçlenmesini, gelişmesini nasip eylesin. Her türlü düşmanlığın ve düşmanların şerrinden korusun.

Elbette, dikkatimi çeken, keşke olmasaydı dediğim hususlar, tespitler de var; hem Azerbaycan’ın kendisiyle hem Türkiye ile hem de Türkiye-Azerbaycan ilişkileriyle ilgili olarak. Hatta bunların bir kısmı üzerinde dikkatle durulması, düşünülmesi gereken oldukça önemli hususlar bana göre. Ama o başka bir zaman, başka bir yazının konusu olacak nasipse.

Çünkü şu anda, Azerbaycan’da bulunduğum üç gün içerisinde gördüğüm güzelliklerin, yaşadığım hoş anıların gönlümde uyandırdığı sevinç ve mutluluğun hazzını tatmak istiyorum…

Çok yaşa Azerbaycan, hep mutlu ve sevinçli ol!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid