1962’deki Küba Krizi’nden sonra dünya yeniden göz korkutucu bir krizle karşı karşıya. Bu kez neden nükleer başlıklar değil, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin muhtemel Tayvan ziyareti. Bu gelişmeye Çin umulmadık ölçüde sert bir tepki gösterdi. Öyle ki savaştan söz etti ve bu konuda kararlı olduğunu göstermek için Tayvan Körfezi’nde askeri tatbikat başlattı.
Peki Çin, niçin böylesine agresif bir politikaya yöneldi?
Hemen herkesin ilk aklına gelen, bu ziyaretin Çin Halk Cumhuriyeti’nin “tek Çin” iddiasına aykırı ve kırmızı çizgisi olduğu düşüncesi kuşkusuz. Bu iddia, Çin’in resmî söylemi de aynı zamanda. Elbette, bu konuda kırmızı çizgiden bahsetmesinden dolayı bu varsayımın doğruluk payı var. Ancak, sadece bu gerekçe mi Çin’i böylesine sert reaksiyon göstermeye iten etken? Acaba başka bir zaman olsa Çin aynı şiddette mi tepki gösterirdi?
Bence daha önemli gerekçeler olmalı. Bu gerekçeleri anlayabilmek için ise son dönemde Çin’in kendi içinde yaşadıklarına da bakmak gerekir.
Çin Halk Cumhuriyeti, uzun zamandan beri içten içe kaynıyor. Emlak krizinden sonra banka krizi ile halkın devlete karşı öfkesi dalga dalga yayılıyor. Gösteriler her geçen gün yönetime karşı isyan boyutuna ulaşıyor.
Yine Çin’in Kuşak-Yol Projesi de bumerang gibi geri tepmeye başladı. Son Sri Lanka olayında bu projenin muhatap ülkeler için nasıl yıkıma dönüşebileceği daha açık anlaşıldı. Pohpohlanıp durulan Kuşak-Yol’un Çin’in emperyalist amaçlarının kamuflajı olduğu nihayet dünyanın her yerinde idrak edilmeye başlandı. Bu ise, projeye dökülen milyarlarca doların çöp olma ihtimali anlamına da geliyor. Dolayısıyla mevcut yönetim için tam bir kâbus senaryosu mahiyetine bürünüyor. Elbet bunun içte büyük eleştirilere yol açması, parti içinde muhaliflerin güçlenmesine yol açacağı tartışılmaz bir gerçek. Bunun yanı sıra ekonomik olarak da büyük bir fiyasko ve ekonomik açmaza düşmenin de başlangıcı olacak nitelikte bir durum anlamına geliyor.
Diğer yandan Pasifik bölgesinde dünyaya çıkışı büyük ölçüde engellenen Çin, Doğu Türkistan’ı merkez yaparak Batı’ya açılma projelerinde de büyük darbeler yemeye devam ediyor. İlk darbe, Rusya’nın Ukrayna işgali ile kuzeyden uzanan ulaşım koridorunun kesilmesi ile gerçekleşti. Böylece Avrupa’yla ticareti büyük ölçüde kesintiye uğradı. Bunun üzerine Kazakistan üzerinden Türkmenistan, oradan da İran’dan geçecek 3. Koridor gündeme getirilse de hayata geçirilmesi zaman alacak gibi. Daha da önemlisi 2. Koridorun iptali yoluyla Azerbaycan’ı bypass edecek bu projeye Türkiye’nin sıcak bakması da beklenmiyor. Aynı şekilde İmran Han döneminde Pakistan’ı arka bahçesi haline getiren Çin, onun düşmesi ile Taşkurgan-Karaçi koridorundan da beklediğini alamayacak gibi.
Sayılacak daha birçok gerekçe var ama Çin’in Pelosi’nin Tayvan ziyareti konusundaki kriz oluşturmaya yönelik “abartılı” tepkisine yol açan bir başka neden de ekonomik büyümesinin lokomotifi olan yabancı sermayenin ülkeyi terk etmeye başlamasıdır. Başta Doğu Türkistan’daki insanlık dışı toplama kampları olmak üzere Hong Kong vb. meselelerde insan haklarını hiçe sayan politikaları, yine en son zorunlu hale getirdiği ülkede faaliyet gösteren yabancı bankaların yönetimine Çin Komünist Partisi’nin göstereceği bir üye atama direktifi gibi gelişmeler sonucu çok sayıda uluslararası şirket ülkeyi terk etmeye, yatırımlarını başka ülkelere kaydırmaya başladı. Bu da ciddi bir ekonomik daralmaya kapı aralamış oldu.
Bu arada ülkedeki binlerce milyarder Çinlinin varlıklarını yurt dışına taşıyıp ülkeden ayrılmak istemeleri de sermaye krizini daha da derinleştirecek gibi görünüyor. Yine son gelişmelerle pek çok Çinli şirketin değerinde onlarca milyar dolarlık düşüşlerin yaşanması Çin’in ulusal sermaye birikiminde ciddi bir sarsıntının meydana gelebileceğini gösteriyor.
Elbette, biz burada sadece içe dönük ekonomik sıkıntıların ortaya çıkardığı gelişmelerin altını çizdik. Çin, en az ekonomik alanda olduğu kadar siyasi ve uluslararası alanda da büyük bir sıkışma ve bunalımın eşiğine gelmiş durumdadır. Örneğin, kendine ömür boyu iktidar yolunu açan Şi Cinping (Xi Jinping) yönetimine karşı parti içi ve dışında muhalefetin çok güçlenmesine yol açtı. Bu gelişmelerle birlikte, içte iktidar mücadelesi daha da kızışmıştı.
İşte Şi yönetimi bu siyasal, ekonomik ve sosyal iç krizleri, yükselen protesto seslerini kısabilmek için Pelosi’nin ziyaretini fırsata çevirmek istemektedir. Dolayısıyla, ortaya çıkan krizi anlayabilmek için, aslında, “Tayvan Körfezi’nde neler yaşanıyor”un yanında Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendi içinde hangi operasyonlar gerçekleştiriliyor sorusunu merak etmek gerekir kanaatindeyim.
Bütün bu şartlar çerçevesinde ABD’ye gelirsek, şayet bu krizde geri adım atar ve Çin’e zafer elde ettiği imajı kazandırırsa kendisi açısından büyük bir zafiyete yol vermiş olur. Çünkü Çin, bu durumda hem içteki hak taleplerini zalimce susturmak hem de çevre ülkeler üzerinde daha yoğun baskı kurmak fırsatı elde etmiş olur. Çin’in yayılmacı politikalarından etkilenen ülkelerin direnme güçleri zayıflar.
Öte yandan diyeceksiniz ki, Çin savaşı göze alabilir mi? Kanaatimce alamaz. Çünkü böyle bir gelişme parçalanmasını hızlandırır. Öyleyse önümüzde üç ihtimal var:
Birincisi, Küba Krizinde olduğu gibi iki ülkenin de geri adım atması ki, Çin bu durumdan tedrici olarak zarar gören taraf olacaktır.
İkincisi, ABD’nin tek taraflı olarak pes etmesidir ki, bunun ortaya çıkaracağı riskleri dile getirdik.
Üçüncüsü ise Çin’in blöflerinin boşa çıkartılmasıdır ki, bu şekilde dünya bir büyük tehlikeyi biraz daha tecrit etmiş olacak ve bir nebze de olsa rahatlayacaktır. Ayrıca bu sonuç, Çin’in kâğıttan kaplanlığının anlaşılmasını da kolaylaştıracaktır.
Ya Çin savaş çıkartırsa mı diyorsunuz? Hiç kuşkunuz olmasın ilk altta kalan da kendisi olacaktır. Çünkü bu dönemde yaşanacak böyle bir savaş, 1950’lerde Mançurya ormanlarına saklanıp ABD’nin basiretsizliği sayesinde BM Ordularını kovalamaya benzemeyecektir.