Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Afrika Türkleri ya da Amerika’yı İlk Kimin Keşfettiği Üzerine

Cumhurbaşkanı’nın Amerika kıtasını önce Müslümanların keşfettiğini söylemesi ile yeni bir tartışma başladı. Kimileri bu görüşü destekliyor kimileri de karşı çıkıyor. Muhalefet edenleri ise başlıca iki grupta toplanmakta: İyi niyetle karşı çıktıklarına inandığımız kesim, bunun tarihen mümkün olamayacağını, bu iddiayı ispatlayacak tarihî belge ve delillerden yoksun olunduğunu ileri sürmektedir. Bu, katılsak da katılmasak da saygı duyulması gerekli bir yaklaşımdır. İkinci grup ise, söyleyenin kimliğinden ve Müslüman algısına yaklaşımlarından ötürü karşı çıkanlardan oluşmaktadır. Oryantalist zihniyetin hâkim olduğu bu grubun baskın kanaatine göre, Müslümanların böyle bir şey yapmış olmaları mümkün olamaz. Öyle ki kimileri konuyu magazinleştirerek alaya almaya çalışmakta, böylece değerinin ortadan kaldırılacağına, sulandırılabileceğine inanmaktadır. Bilim tarihiyle uğraşanlar bu tutuma aşinadır aslında. Bu anlayıştakiler, örneğin, Müslüman bilim adamlarının evrensel bilime ve meden

CNN Türk’ün “Dağlık Karabağ Ordusu” Gafı ve Düşündürdükleri

Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinin gelişiminde kitle iletişim araçlarının büyük ve güçlü bir rolü vardır. Bu rol daha 19. yüzyılda başlamıştır ve bugün de devam etmektedir. [1] Örneğin, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu insanının maruz kaldığı haksızlık ve zulme karşı en güçlü tepkilerden biri Azerbaycan basınından gelmiştir. Basının halkı harekete geçirmesiyle iki ülke tarihinin en büyük yardım kampanyalarından biri olan “Kardeş Kömeyi (Yardımı)” hareketi ortaya çıkmış ve -maalesef bugün Türkiye kamuoyunda yeterince bilinmeyen- olağanüstü bir dayanışma sahnelenmiştir. Yine, Azerbaycan’ın yeniden bağımsızlığını elde etmesinden sonra, iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesi, uzun yıllar ayrı kalmış iki toplum arasındaki kültürel, sosyal yakınlaşmada da kitle iletişim araçlarının önemli bir görev üstlendiği görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye medyası, Azerbaycan’a özel bir yakınlık, dostluk göstermiştir. Gerek orada açılan daimi ofisler gerekse Türk

Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti Tecrübesi Uygurlara Ne Anlatır?

Doğu Türkistan Türkleri 18. Yüzyıl ortalarında maruz kaldığı Çin işgalini hiçbir zaman kabul etmemiş ve öz yurtlarında bağımsız yaşama idealinden vazgeçmemişlerdir. Bunun sonucu olarak işgalden sonra üç kez yeniden bağımsız olma imkânı elde etmişler, ancak gerek dönemin uluslararası konjonktürü gerekse iç siyasal nedenlerle bu devletler uzun ömürlü olamamıştır. Buna karşın elde edilen başarılar, modern dönemin kurtuluş ve direniş hareketlerinin en önemli dayanak ve motivasyon kaynakları olmaya devam etmektedir. Bu üç devlet arasında Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin özel bir yeri vardır. Nisan 1931’de Kumul şehrinde başlayan ve kısa zamanda tüm ülkeye yayılan bağımsızlık mücadelesi sonunda, bundan 81 yıl önce, 12 Kasım 1933’te ilân edilen Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti (DTİC) yaklaşık dört yıl bağımsız kaldıktan sonra, 1937 yılı sonlarında, Sovyet ordularının da müdahalesiyle sona erdi.   Kısa ömrüne karşın, DTİC’nin kurucuları geride Doğu Türkistanlıların tarih ve mede

Atatürk ve Doğu Türkistan

Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Türkiye’nin dış politikası, -özellikle kendi soydaşlarına bakan yönüyle-, tanımamazlık, görmemezlikten gelme ilkesi üzerine kurulmuştu denilebilir. Bunun temel gerekçesi olarak da, Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” sözü gösteriliyordu. Ancak Atatürk, dönemin şartlarında bu sözü söylerken, dış Türkler, bu bağlamda  örneğin Doğu Türkistan hakkında neler düşünüyordu? 1930’lu yıllarda Doğu Türkistan’da yaşanan gelişmeler karşısında nasıl bir tutum takınmıştı? Bu makalemizde, bu sorulara somut olay ve belgeler ışığında kısa cevaplar vermeye çalışacağız. İlk göz atacağımız, Afet İnan’ın “Atatürk’ün yazdırdığı tarih soruları” dediği belgeler olacak. “Atatürk Hakkındaki Hatıralar ve Belgeler” adlı kitapta yer alan ve orta öğretim ders kitaplarının içeriklerinin nasıl olması gerektiğinin çerçevesini çizen soru listesinde “Çin Türkeli denilen yerler nerelerdir?” sorusu da yer alıyordu. Dolayısıyla bu soruya verilecek cevap çerçevesinde genç nesillere

Çin’in Uygurları Mankurtlaştırma Oyunu

“Mankurt” kavramı Cengiz Aytmayov’un ünlü romanı “Gün Uzar Asra Bedel” romanıyla birlikte Türk edebiyatına girdi. Aytmatov bu eserinde, Juan Juanlar tarafından kaçırılarak türlü işkencelerle beyinleri yıkanan insanların kendi soylarına karşı yaptıkları ihanetleri anlatır. Hatta bir oğul, kendini aramaya çıkan annesini öldürür. Mankurt’taki “man” sıfatı, Türkistan Türkçesinde şuursuzlaşmak, bilincini kaybetmek anlamına kullanılır ve fiil olarak da kullanılır.  Aslında bu sıfatın tanımladığı bir kavram Türkiye Türkçesinde de bulunmaktadır: “Mankafa”. Hepsinde, olması gerekenden farklı davranma, özüne aykırı tutum takınma anlamı vardır. Bu konuya niçin mi eğilmek ihtiyacı duydum? Bugün @UygurHareketi’nin paylaştığı, CNN International’de yer alan bir araştırma haber * beni bu konuda yazmaya sevk etti. Haberde, Çin’in Tianjin kentinde bulunan bir okuldan söz ediliyordu. Okulda, “Xinjiang Sınıfı” adında bir bölüm açılmış. Bu bölümde, Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerinden se