Ana içeriğe atla

CNN Türk’ün “Dağlık Karabağ Ordusu” Gafı ve Düşündürdükleri


Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinin gelişiminde kitle iletişim araçlarının büyük ve güçlü bir rolü vardır. Bu rol daha 19. yüzyılda başlamıştır ve bugün de devam etmektedir.[1]
Örneğin, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu insanının maruz kaldığı haksızlık ve zulme karşı en güçlü tepkilerden biri Azerbaycan basınından gelmiştir. Basının halkı harekete geçirmesiyle iki ülke tarihinin en büyük yardım kampanyalarından biri olan “Kardeş Kömeyi (Yardımı)” hareketi ortaya çıkmış ve -maalesef bugün Türkiye kamuoyunda yeterince bilinmeyen- olağanüstü bir dayanışma sahnelenmiştir.
Yine, Azerbaycan’ın yeniden bağımsızlığını elde etmesinden sonra, iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesi, uzun yıllar ayrı kalmış iki toplum arasındaki kültürel, sosyal yakınlaşmada da kitle iletişim araçlarının önemli bir görev üstlendiği görülmektedir.
Bu bağlamda Türkiye medyası, Azerbaycan’a özel bir yakınlık, dostluk göstermiştir. Gerek orada açılan daimi ofisler gerekse Türkiye’den gidenler tarafından hazırlanan haberler, programlar vb. yoluyla, enformatik blokaj altında tutulan Azerbaycan’ın sesinin Türkiye üzerinden dünyaya yayılmasına önemli katkılar sağlanmıştır. Bugün de TRT, Anadolu Ajansı, Cihan Haber Ajansı, İhlas Haber Ajansı, Doğan Haber Ajansı gibi çeşitli medya kuruluşları daimi ofisleri ile faaliyet göstermektedirler. Aynı şekilde, Azerbaycan’ın AzTv başta olmak üzere, AzerTac Haber Ajansı, APA Haber Ajansı, Olaylar Haber Ajansı, İçtimai Tv gibi yayın kuruluşları temsilcilik ya da daimi muhabir bulundurmak suretiyle Türkiye’deki gelişmeleri birinci elden izlemekte ve Azerbaycan kamuoyunu iletmektedir.
Bu tür medya ilişkilerinin iki ülke kamuoylarının üçüncü taraf süzgecinden geçmiş enformasyonlar yerine doğrudan bilgi sahibi olmasını sağlama yönünden önemli bir işlevi olduğu açıktır.
Ne var ki, bütün bu olumlu tablo zaman zaman lakaytlığa, bilgisizce davranışlara engel olamamaktadır. Bunun son örneği, işgal altındaki Dağlık Karabağ’da Azerbaycan sınırlarını ihlal eden ve mevzilerine saldırı girişiminde bulunan Ermeni helikopterinin düşürülmesi konusunda yaşanmıştır. CNN Türk’teki bir yayında, helikopterin, sözde Dağlık Karabağ ordusuna ait olduğu söylenmiştir. Hiçbir hakikate dayanmayan, BM ve AGİT gibi uluslararası örgüt kararlarına da aykırı bu ifadenin sahibi, şayet kasıtlı davranmamışsa, kara bir cehalet örneği sergilemiştir.
Aslında bu tür kafa karışıklıkları ve bilgisizce davranışların önüne geçilebilmesinin en etkili yolu iki ülke kitle iletişim araçları arasındaki bağın güçlendirilmesi, muhabirlerden genel yayın yönetmenlerine kadar karşılıklı, paralel ilişkiler kurulmasıdır. Bu anlamda karşılıklı ziyaretlerin artması ve kişisel dostlukların kurulması büyük önem arz etmektedir.
            Bunun zemini de vardır. Yeter ki, biraz daha gayret gösterilsin, özellikle Türkiye’de her görüşteki medya organları ile bir iletişim kanalı kurulabilsin. Kötü niyetliler dışında herkesin bu konuda gerçeğin yanına yer aldığı görülecektir.



[1.] “Uluslararası İlişkilerde Kamuoyu Yaratma Süreçleri: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri Örneği” (2010) başlıklı doktora tezimizde bu olguyu çeşitli yönleriyle geniş şekilde ele aldık ve analiz etmeye çalıştık

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid