Ana içeriğe atla

Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti Tecrübesi Uygurlara Ne Anlatır?

Doğu Türkistan Türkleri 18. Yüzyıl ortalarında maruz kaldığı Çin işgalini hiçbir zaman kabul etmemiş ve öz yurtlarında bağımsız yaşama idealinden vazgeçmemişlerdir. Bunun sonucu olarak işgalden sonra üç kez yeniden bağımsız olma imkânı elde etmişler, ancak gerek dönemin uluslararası konjonktürü gerekse iç siyasal nedenlerle bu devletler uzun ömürlü olamamıştır. Buna karşın elde edilen başarılar, modern dönemin kurtuluş ve direniş hareketlerinin en önemli dayanak ve motivasyon kaynakları olmaya devam etmektedir.
Bu üç devlet arasında Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin özel bir yeri vardır.
Nisan 1931’de Kumul şehrinde başlayan ve kısa zamanda tüm ülkeye yayılan bağımsızlık mücadelesi sonunda, bundan 81 yıl önce, 12 Kasım 1933’te ilân edilen Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti (DTİC) yaklaşık dört yıl bağımsız kaldıktan sonra, 1937 yılı sonlarında, Sovyet ordularının da müdahalesiyle sona erdi.  

Kısa ömrüne karşın, DTİC’nin kurucuları geride Doğu Türkistanlıların tarih ve medeniyet anlayışlarını ortaya koyan ve gelecek nesillere ilham kaynağı olacak önemli bir tarihî miras bıraktılar.
Bu bağlamda yalnızca adına bakmak bile bize çok şeyler anlatır: Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti…
 “Doğu”… Yani, en azından batısı da olan bir Türkistan… Sovyet müdahalesiyle beş parçaya bölünen Batı Türkistan’ı da kucaklayan bir coğrafya anlayışı… Dayatılan kabile merkezli devlet anlayışına meydan okuyan, reddeden bütüncül, kucaklayıcı bir bakış açısı…
“Türkistan”. Yani, Türklerin yurdu… Anavatan olan bu toprakları bölerek zayıflatmaya, Türk kavramının derinliği ve tarihselliğinden kopararak cılızlaştırmaya, çoraklaştırmaya çalışanlara karşı güçlü bir reddiye… Bu coğrafyaların, doğu ve batısıyla, Türklerin anayurdu olduğu ve “inşa edilen” milliyetler yoluyla Çin ve Rus egemenliğine terkedilemeyeceğine haykıran bir irade…
“İslam”. Yani, daha ilk yayılma dönemlerinden, 7. Yüzyıldan beri tanış oldukları bu son ilahi dinin, bu toprakların vazgeçilmez inancı, ruhu olduğunu beyan eden bir deklarasyon… Batısından Stalin yönetimindeki Sovyetler, doğusundan Budist Çin, güneyinden de Hindistan’ı yönetimi altında tutan İngiltere ile çevrilmiş olduğu bir dönemde, böylesine güçlü bir irade beyanı… Bu, Çin’in bugün niçin Doğu Türkistan’da İslam dininin gereklerinin yerine getirilmesini engellemeye, ortadan kaldırmaya çalıştığını da anlamamıza yarayan bir göstergedir, aynı zamanda…
“Cumhuriyet”. Yani, demokratik bir devlet yönetimi ve yurttaşlık bilinci üzerine inşa edilecek bir siyasal sistem… Muasır dünyanın taleplerine uygun,  insan hak ve hürriyetlerini esas alan bir devlet yönetimi… Bu coğrafyaların kadim geleneği olan mutlakıyet yönetimleri yerine seçmen iradesini, demokrasiyi hedefleyen alan bir hükümet anlayışı…
Ve Türkiye’ye yönelen bir düşünce tarzı… Devlet bayrağı, Türkiye’nin bayrağı örnek alınarak belirlenen gök bayraktı. Diplomatik temas için teşebbüse geçtiği ilk devlet de Türkiye Cumhuriyeti olmuştu. Tıpkı, Kaşgarya devletinin Osmanlı İmparatorluğu’na yönelmesi gibi…
Devletin başbakanı Sabit Damolla ile milli marşının yazarı Mehmet Ali Tevfik Türkiye’de eğitim görmüş insanlardı…
Yani, yön olarak Türkiye’yi, batıyı işaret ediyorlardı.

Bu ve benzer birçok yönüyle DTİC, Doğu Türkistan’ın çağdaş tarihinin kurucu dönemi niteliği taşımaktadır. Diğer yandan zaten, bugün yürütülen Doğu Türkistan mücadelesinin hemen hemen tüm sembol ve söylemleri bu dönemde ortaya konulan ilkelere dayanmaktadır. Bu ruhun yaşatılması özgürlük yolundaki başarının da anahtarı olacaktır.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid