Ana içeriğe atla

Görüntü ve Hakikat

"Hızır) şöyle dedi: “… Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.”

Kehf: 18/78

Belgesel sinemayı nasıl tarif edebilirsiniz diye bir soru sorulsa sanırım soruya hemen herkes “gerçek” kavramına atıfta bulunarak cevap verecektir. Öyledir de. Belgesel, gerçekliğin sinema teknikleri ve estetikle görselleştirilmesidir ve denilebilir ki, sanatın bilimle en çok buluştuğu alanlardan biridir. Bundandır ki, belgeseldeki görüntü gerçekle özdeşleştirilir.

Ama bu her zaman böyle midir?..

Kameranın en büyük zaaflarından biri, bize, istediğini göstermesidir. Çoğunlukla, olanın önemli ve büyük bir kısmı dışarıda kalır. Seyrettiklerimiz bütüne dair özetlemelerdir; bir sürecin belli bir parçası, bir bütünün çeşitli açılardan ekrana getirilen kısımlarıdır. Belgesel seyrederken, aslında biz, gerçeği zihinsel olarak tamamlarız.

Ancak, birçok zaman görüntünün anlattığı ile gerçek arasında büyük farklar, zıtlıklar olabilir. Görünen, gerçek olmayabilir. Görünen gerçekle uyuşuyorsa, buna, yani görüntünün arkasında olması gereken gerçeğe “hakikat” diyoruz.

Görüntü ve hakikat arasındaki ilişkinin en çarpıcı örneklerinden birini Kehf suresindeki Hz. Musa (a.s.) ve Hızır aleyhisselam arasında geçen kıssada görüyoruz. Hatırlayın, Hızır aleyhisselam ile yol arkadaşlığına çıkan Hz. Musa –hakikat kendisine söylenene kadar soru sormaması gerektiği söylenmesine rağmen- görüntünün yansıttığı “gerçekliğe” göre tutum takınmış ve eleştirilerde bulunmuştur. Yaşananlar, ekranda/perdede bir görüntü olarak tasavvur edildiğinde, her beşerin takınacağı tutumdur bu. Çünkü göz önünde yaşanan bir olay vardır ve bu olaya ait görüntüler Hz. Musa’nın tavrını yüzde yüz haklı kılacak şekildedir. Oysa kıssanın sonrasında Hızır aleyhisselamın açıkladığı şekilde işin asıl mahiyeti çok farklıdır. Yani, Hz. Musa’nın şahit olduklarının ötesinde bir hakikat barındırmaktadır.

Elbette bu Kur’anî bir örnektir, ancak, teşbihte hata olmaz düsturu gereği, belgesel mesleği açısından bakıldığında, bütün zamanlar için, insanoğlunun hakikat arayışına ışık tutacak bir şümule sahiptir. Bizlere verilen mesaj, yalnızca gördüğümüze göre hüküm vermemektir; bizi, görüntünün sahihliğini de araştırmaya/düşünmeye teşvik etmekte/yönlendirmektedir. Dolayısıyla, hakikati aramak hayatımızın temel gayelerinden biri olması gerektiğine göre, bir belgeselcinin yapması gereken de hedef kitleye sundukları görüntünün hakikat ile mütemmim olmasına çaba göstermek olmalıdır. Belgeselci, hakikati, sanat yoluyla geniş kitlelere/geleceğe ulaştırma/tanıtma sorumluluğu üstlenmiş bu kaygıyı taşımak durumundadır.

Denilebilir ki bu, evrensel bir sorumluluktur. Evet, ancak, Kur’an-ı Kerim’in birincil muhatapları olanların bu konuda daha fazla duyarlı olmaları beklenmelidir. İnsan zihninin en önemli aldatılma yollarından biri olan “görüntü” ile meşgul olurken onun gerisindeki hakikatle olan bağını muhafaza etmek, bu medeniyet mensupları olarak temel sorumluluklarımızdan biri olmalıdır.

Yani, belgeselcilik anlayışımızda “görüntü”, “hakikat” olmalıdır.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

Çanakkale’de Savaşan “Dış Türkler”

Birinci Dünya Savaşı’ndan İstiklal Savaşı’na bir çok cephede görev yapmış olan Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak, “Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları” adlı kitabında, konumuz açısından çok dikkat çekici bir olaya yer vermektedir. Apak,  Birinci Dünya Savaşı sırasında, Malazgirt Ovası civarında Ruslarla yapılan bir çarpışma sonrası ilginç bir olaya tanık olmuştur. Apak’ın anlattığına göre, bu savaşta Rus birliği mağlup olur ve geri çekilir. Birliğin emir subayının odasına giren Türk subayı masanın üzerinde, “ Azeri şivesi ” ile yazılmış bir mektup bulur. Mektupta şu ifadeler yer almaktadır: “Ey Müslüman ve Türk kardeşler, Rus’un kuvveti kırılmıştır. Bilhassa Girmanya cephesinde çok kırgına uğramıştır, fakat Rus’un bir taktikası vardır. Her yerde kuvvetlerini zayıf bırakır, bir yere toplar ve oradan saldırır. Eğer siz de bütün cepheden birden taarruza kalkarsanız onu yenersiniz. İnşallah Kars’ta görüşürüz…” Apak’ın sonradan öğrendiğine göre, bu mektubu bırakan subay, Rus ordusu saflarınd