Zamanın ve olayların çok hızlı aktığı, geliştiği bir dönemden geçiyoruz.
Gündelik uğraşılarımız arasında, pek farkına varamasak da dünya yeniden
kuruluyor. Dünyanın dört bir yanında yeni doğumların, yükselişlerin ve
düşüşlerin sancıları yaşanıyor. Artık ABD'nin küresel hâkimiyetini sürdürmekte
zorlanmaya başladığı açıkça ortaya çıkmıştır. ABD'ye alternatif görülen devletlerin en başta geleninin ise Çin Halk
Cumhuriyeti olduğu görülmektedir. Burada Çin'in dünyanın bugün içinde bulunduğu
kaotik ortamdan iki türlü yararlandığı dikkat çekmektedir.
Birinci olarak Çin, kendisini ABD'nin saldırgan tutumuna karşı bir şemsiye
gibi takdim etmekte, hamilik rolü oynayarak nüfuzunu arttırmaya çalışmaktadır.
Bunda da önemli bir merhale kat etmiştir. Nitekim Şanghay İşbirliği
Teşkilatı'nın nüfuz sahasını neredeyse tüm Asya'ya ve Rusya vasıtasıyla AB
sınırlarına kadar genişletmesi bunu açıkça göstermektedir. Çin Afrika'da da
faaldir ve sessiz bir şekilde önemli etki alanları oluşturmaktadır.
İkinci olarak, ise bunun tam tersi bir politika ile 11 Eylül'le ortaya
çıkan terör atmosferinden azami istifade etmektedir. Burada da sanki ABD ile
ortak bir anlayışı paylaşıyor izlenimi vermekte ve bu suretle, işgali altında
bulundurduğu topraklardaki biraz daha özgürlük ve insani hak arayışlarını en
şiddetli bir şekilde bastırmaktadır. Bu politikasını çoğu Türk olan etrafındaki
Müslüman ülkelerde de devam ettirmekte, baskılardan kaçarak komşu ülkelere
sığınan Uygurlara hayat hakkı bırakmamaktadır.
Bilindiği gibi, bugün Çin sınırları içerisinde bulunan ve tarihi adı Doğu Türkistan olan “Uygur Özerk Bölgesi”nde milyonlarca Müslüman Türk yaşamaktadır. Yaklaşık 1 milyon 850 bin kilometre kare toprağa sahip bu ülkede yaşayan, büyük çoğunluğu Uygurlardan oluşan Türkler, uzun zamandır sistematik bir asimilasyon ile karşı karşıyadırlar.
Bilindiği gibi, bugün Çin sınırları içerisinde bulunan ve tarihi adı Doğu Türkistan olan “Uygur Özerk Bölgesi”nde milyonlarca Müslüman Türk yaşamaktadır. Yaklaşık 1 milyon 850 bin kilometre kare toprağa sahip bu ülkede yaşayan, büyük çoğunluğu Uygurlardan oluşan Türkler, uzun zamandır sistematik bir asimilasyon ile karşı karşıyadırlar.
Nüfusları kontrol altına alınmıştır. İzin verilen tek çocukta da, özellikle
erkek çocuk doğumları engellenir bir hale getirilmiştir. Daha önceleri
üniversitelerde bile, kısmen de olsa, var olan ana dille -Uygur Türkçesi- ile
eğitim hakkı bugün ilkokul seviyesinde bile ortadan kaldırılmaya başlanmıştır.
Her geçen gün, katarlar dolusu Çinli, çeşitli bölgelerden Doğu Türkistan'a
taşınmaktadır.
Yeni açılan iş sahalarında Çinlilerden istifade edilirken, Uygurların
ekonomik durumu bir facia manzarası göstermektedir. Televizyon ekranlarına
yansıyan görüntülere bakıldığında, bir petrol ve yer altı servetinin üzerinde
uzanan Uygur ülkesinin, dünyanın en geri kalmış ülkelerinden beter bir manzara
gösterdiği görülmektedir. İnsanlar aç ve perişan, en küçük insani haklardan
bile mahrum durumdadırlar.
Bu büyük zulme karşı en küçük bir hak arayışı bile, radikalizmle, dini
teröristlikle itham edilmekte, en kanlı bir şekilde bastırılmaktadır. Bugün
Çin, İnsan Hakları Örgütlerinin en fazla eleştirisine maruz kalan ve idamın en
çok uygulandığı ülkedir. Bunların büyük çoğunluğu da Doğu Türkistan'da
gerçekleşmektedir
Ancak daha da vahim olanı insanlığın bu feryada kulaklarını tıkamalarıdır.
Daha önce benzer durumlarda cılız da olsa sesini yükseltenler, artık herhangi
bir itiraz sesi bulunamaz bir hale gelmişlerdir. Orada yaşayan milyonlarca
Türk'ün feryadına kulaklar tıkanmış, Çin'e göre pozisyon alınır olmuştur.
Fakat dünya Uygurların, Doğu Türkistan Türklerinin tarihi tecrübelerine
muhtaçtır. Çünkü kuzeye, güneye, doğuya yayılabilen Çin milletinin, batıya
akmaları Türkler sayesine durdurulabilmiştir. Aksi takdirde, Çin'in sınırları
Batı içlerine kadar uzanmış olabilirdi. Fakat unutulmamalıdır ki, bu tehdit
bugün yeniden ortaya çıkmıştır. “Uygur bendi” aşılırsa, tüm Avrasya'nın yeni
sakinlerinin Çinliler olacağı açıktır.