Özellikle
bilgi kanallarının Batı mahreçli hale gelmesi ve oluşan enformatik blokaj
sonucunda kendi geçmişimize ait pek çok şey hâlâ karanlıkta. Bu, hem
özgüvenimiz konusunda sıkıntılar doğurmakta, hem de kendi kültür coğrafyamızı
gereğince tanıyabilmemize engel olmaktadır.
Tarihimizde
bilinen, ancak sosyal hafızamızda tam şekillendirilememiş konulardan birisi de
Hindistan’da asırlarca hüküm sürmüş Babür İmparatorluğu’na ait bilgilerdir.
Öncelikle
şunu belirterek başlamak istiyorum. Babürlülerden önce Hindistan’ı Gazneli Türk
devleri yönetmiş ve İslamiyet’in bu coğrafyaya onlar zamanında yerleşmişti. Öyle
ki, yalnızca Gazneli Mahmut zamanında buraya 17 sefer yapılmıştı.
Babür
İmparatorluğu’na gelince, devletin kurucusu Babür Timur’un torunlarındandır.
15. asrın sonlarına kadar, kabaca bugünkü Özbekistan topraklarında hüküm sürmüş
bu devlet, Şeybanîler buraya hâkim olunca, önce Afganistan’a doğru çekilmiş,
daha sonra Hindistan’ı alarak burada hüküm sürmeye başlamıştır. Bu bağlamda Babür, Hindistan’a 1519 yılında
ayak basmış ve 1524'de Delhi Sultanı İbrahim Ludî'nin kuvvetlerini yenerek,
ülkeyi tamamen kontrolü altına almıştır.
Adaletli
ve halk tarafından sevilen bir hükümdar olan Babür, aynı zamanda büyük bir edip
ve şairdi. Türk oluşu ile övünürdü ve Türkçeyi devletin resmî dili olarak ilân
etmişti. Ayrıca, onun tarafından kaleme alınan, devrin sosyal ve kültürel
hayatı hakkında çok değerli bilgiler veren “Babürname” adlı eseri, Türkçe’nin
şaheserlerinden biri olarak kabul edilir.
Babür’ün
ölümünden sonra, İmparatorluk çeşitli gaileler atlatsa da, 300 yıldan fazla
ömür sürmüştür. Bu arada, Osmanlı Devleti ile baştan beri iyi ilişkiler içinde
olmuş ve bu durum devletin son zamanlarına kadar da devam etmiştir. Örneğin,
Babür’ün İbrahim Ludi’nin 100 binden fazla asker ve binlerce filden oluşan güçlü
ordusuna karşı galip gelmesinde Osmanlı subayı Mustafa Rumi’nin idare ettiği
bir topçu birliğinin büyük etkisi olduğunu belirtirler.
İlişkiler
yalnızca askeri alanla sınırlı kalmamıştır. Dünyanın 7. harikası olarak kabul
edilen Tac Mahal, İstanbul’dan getirilen ustalar tarafından yapılmıştır.
Agra’da bulunan bu muhteşem yapının planını İstanbullu Mehmed İsa Efendi
çizmiş, kubbesini İstanbullu mimar İsmail Efendi yapmış, duvarlardaki göz
kamaştırıcı hatlar da yine İstanbullu ünlü hattat Serdar Efendi tarafından
yazılmıştır.
İngilizlerin
bölgeye ilk adım atmaları ise 1613 yılında olmuştur. O günler Avrupalıların dört
bir yandan Hindistan’a ulaşmaya çalıştıkları bir devirdir. İngilizlerin
Hindistan’ın Surat limanından ülkeye ayak basmaları ve ülke ticaretine el
atmaları, ülkenin kaderinin değiştirecek merhalelerin ilk adımı olmuştur.
Özellikle, döneminde Hindistan’ın tümüne hâkim olan Birinci Alemgir
(Evrengzib)’in vefatından sonra taht kavgaları başlamıştır. Bu kargaşalıklardan
İngilizler en iyi şekilde yararlanmış; bu yavaş yavaş asker çıkarmaya ve ülke
sathına yayılmaya başlamışladır. 1764 yılında yapılan Baksar Savaşında Türkler
İngilizler karşısında yenilgiye uğrayınca da yönetime hâkim hale gelmişlerdir.
Bu durum yüzyıl kadar devam etmiştir. Yani, resmen devlet Babürlülerin elinde
görünse de hâkimiyet fiilen İngilizlerde olmuştur. Sonunda, önce Hindistan
Britanya topraklarına katılmış, 1877’de de Kraliçe Viktorya resmen Hindistan
İmparatoriçesi ilân edilerek işgal ve ilhak tamamlanmıştır.
Peki,
1877 yılı size neyi hatırlatıyor? Tarihimizde 93 Harbi olarak da bilinen
Osmanlı-Rus Savaşı’nı değil mi? Yani, Osmanlı Devleti’nin zor durumu, yalnız
kendi coğrafyasını değil Hindistan’ın kaderini de etkilemiş, Osmanlı’nın
zayıfladığını gören İngilizler tıpkı Kıbrıs gibi Hindistan’daki Türk devletini
de ilhak etmişlerdir.
Sonuç olarak, İngilizler tarafından ele geçirildiğinde Hindistan,
Türklerin hâkimiyetinde bir ülkeydi. Ve bugün de orada, dönemin bakiyesi yüz
binlerce Türk yaşamaktadır. Pek çok Hint ailesiyle de akrabalıklar kurulmuştur.
Ve Hindistan’ın birçok bölgesi de, tıpkı Orta Asya ve Kafkaslar gibi Türk
kültür coğrafyasının içinde değerlendirilmelidir.
Bu arada 1530'da
başkent Agra'da ölen devletin kurucusu Babür, vasiyeti üzerine Kabil'de toprağa
verilmiş ve 1646'da torunu Şahcihan tarafından kabri üzerinde muhteşem bir
türbe yaptırılmıştır. Acaba bugün, bu büyük Müslüman-Türk Hükümdarının kabri ne
durumdadır. Merak eden var mı acaba?