Ana içeriğe atla

Kayıtlar

SOSYAL MEDYADA KAYBOLAN MAHREMİYET VE ÇÜRÜTÜLEN DEĞERLER

Söylemler ve ifade ediliş biçimleri, sosyal hayatın dönüşümü ve başkalaşımı konusunda da önemli ipuçları verir. Bu nedenle sözün yayılması ve dağıtılması temel rol oynar. Bunun içindir ki, bizim kültürümüzde olumsuz söz ve davranışların aleni hale getirilmesi, "kötü söz"ün yaygınlaştırılması hoş karşılanmaz. Tekrarlanarak ve yaygınlaşarak sıradanlaşan, olumsuz söz ve davranışların başkalarında bir tür zihinsel meşruiyet kazanacağına, bunun sonucu olarak da  toplumu toplum yapan   değerleri aşındırma tehlikesi taşıdığına inanılır. Bu değerlerin başlıcalarından biri de mahremiyet duygusudur. Foto: Strumentires Bilindiği gibi her toplum, kendi sosyal ve kültürel dinamikleri, inanç sistemlerinin oluşturduğu bir mahremiyet duygusuna sahiptir. Bu olgu, sosyal istikrarı, aile ve toplum ilişkilerinin sağlıklı işlemesini sağlayan en önemli hususlardan biridir. Ayrıca bir sosyal denetim rolü oynayarak çeşitli olumsuz durumların yaşanmaması için de hayati bir rol oynar. Ne var ki sosyal...
En son yayınlar

ZENGEZUR KORİDORU ANLAŞMASI ÜZERİNE...

          Türkiye’deki bazı kesimlerde tuhaf bir Azerbaycan karşıtlığı var. Şimdi de Zengezur Anlaşması bahane edilerek kimi olur olmaz ifadelere rastlamaya başladık.     Öncelikle, sözü edilen koridorun hayata geçecek olması Azerbaycan’ın Karabağ Zaferi’nin bir sonucudur. Sovyet müdahalesiyle bölünen Azerbaycan’ın batısı ile ana kara arasında karadan bağlantı imkanı var elde edilmiş oldu ki, bu tarihi bir gelişmedir.             İkincisi, evet Göğçe Gölü’nden İran’a uzanan bölge, 1918’de kurulan Ermenistan devletine ait değildi. Azerbaycan toprağıydı. Batı Azerbaycan’dı. Ne var ki Sovyetler Birliği döneminde Stalin’in Türkiye ile Türk dünyasını bölme politikasının sonucu olarak Ermenistan’a verilmişti. Ancak şu anki durumda uluslararası hukuk gereği Ermenistan toprağıdır ve üzerindeki egemenlik hakkı bu devlete aittir. Dolayısıyla bu anlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Yani egemenlik hakkından feragat ...

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örn...

TAYVAN KRİZİ HAKKINDA MUHTEMEL SENARYOLAR

1962’deki Küba Krizi’nden sonra dünya yeniden göz korkutucu bir krizle karşı karşıya. Bu kez neden nükleer başlıklar değil, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin muhtemel Tayvan ziyareti. Bu gelişmeye Çin umulmadık ölçüde sert bir tepki gösterdi. Öyle ki savaştan söz etti ve bu konuda kararlı olduğunu göstermek için Tayvan Körfezi’nde askeri tatbikat başlattı. Peki Çin, niçin böylesine agresif bir politikaya yöneldi? Hemen herkesin ilk aklına gelen, bu ziyaretin Çin Halk Cumhuriyeti’nin “tek Çin” iddiasına aykırı ve kırmızı çizgisi olduğu düşüncesi kuşkusuz. Bu iddia, Çin’in resmî söylemi de aynı zamanda. Elbette, bu konuda kırmızı çizgiden bahsetmesinden dolayı bu varsayımın doğruluk payı var. Ancak, sadece bu gerekçe mi Çin’i böylesine sert reaksiyon göstermeye iten etken? Acaba başka bir zaman olsa Çin aynı şiddette mi tepki gösterirdi? Bence daha önemli gerekçeler olmalı. Bu gerekçeleri anlayabilmek için ise son dönemde Çin’in kendi içinde yaşadıklarına da bakmak gerekir...

ARTIK ŞEHİTLERİN YÜZÜ GÜLÜYOR: 15 yıl sonra gidilen Bakü’den bazı izlenimler

          İlk günkü paylaşımımda da ifade ettiğim gibi 15 yıl sonra yeniden Azerbaycan’a gidecek olmanın heyecanı bambaşkaydı. INCSOS VII Karabağ Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi’ne katılmak üzere şehre indiğimizde saatler 20.30 civarını gösteriyordu. İlk göze çarpan, yeni ve modern bir havaalanıydı. Eskiden aynı yerde olan iç ve dış hat terminal binaları ayrılmış, eski bina iç hatlara tahsis edilirken, oldukça ferah ve geniş bir dış hatlar terminali yapılmıştı. Her yer pırıl pırıl, tertemiz, ışıl ışıldı. Terminalin dışına çıktığımda yine farklı bir manzara vardı. Genişletilmesine rağmen otopark araçlarla dolmuştu. Oysa eskiden böyle değildi. Bu da ülkenin, benim görmediğim yıllar içerisinde ne derece ilerleme kaydettiğini anlamaya yetiyordu aslında.                      Şehre giden yola çıkınca bu gelişmişlik görüntüsü daha çarpıcı bir hâl almaya başladı. Caddeler genişlemiş, binalar yenilenm...

RUSYA, BİZE NELER YAPMADI Kİ!

Rusya’nın Ukrayna işgali başladığından beri sosyal medyada “Ruslar bize hiç kötülük yapmadı, aksine en zor zamanlarımızda ne büyük iyilikler yaptı” şeklinde özetlenebilecek bir propagandanın yürütüldüğüne şahit oluyorum. Ben de onlara başka türlü bir katkıda bulunayım istedim! 1 .      Kurtuluş Savaşı sırasında Buhara Halk Cumhuriyeti, Milli Mücadele’ye Moskova üzerinden 100 milyon altın gönderdi. Sovyet Rusya, bizim daha çok ihtiyacımız var diye bu yardımın 90 milyonuna el koydu, Ankara’ya ancak 10 milyonunu verdi. Bu da Sovyet yardımı diye yıllardır bize allayıp pullayıp propaganda edildi. Yani Türkiye borçlu değil, alacaklıdır, bu yardım Rusya’nın bir lütfu değildir. Hatta onlardan aldığımız harp malzemesinin bir kısmının bedelini de bu 10 milyondan ödedik. 2.     Kurtuluş Savaşı sırasında Rusya akaryakıt göndermedi, o sıralar bağımsız bir devlet olan Azerbaycan Şura Cumhuriyeti gönderdi. 3.      Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler, Anado...

KARABAĞ'IN ÇIĞLIĞI

  Öfkesine hâkim olamıyordu. “Dört ay” dedi, “Hocalı kuşatma altında yaşadı, tam dört ay”. Anlattığı II. Dünya Savaşı’ndan uzak ve yabancı bir sahne değildi. Burnumuzun dibinde, daha dün denilebilecek bir tarihte, 26 Şubat 1992’de yaşanmış bir trajediydi. Bütün dünyanın yaşandığı sırada ilgisiz kaldığı, bugünse hatırlamak bile istemediği bir trajedi. Elman Memmedov, kuşatma altındaki şehrin, Dağlık Karabağ’ın o güzel, alımlı şehri Hocalı’nın o sıradaki valisiydi. “Katiyetle aklımıza gelmiyordu ki, biz Hocalı’yı terk edelim” dedi. Ama sivil insanlar nereye kadar dayanabilirdi ki. “1991’in Kasımının 1’inden, 1992 Şubat ayının 25’ine kadar çok şehitler verdik, esir düşenlerimiz oldu, ama mukavemet gösterebildik. Sonra gördük ki, artık ahali kırılır. Kırılanların çoğu kadınlardır, çocuklardır. Ve bunları kurtarmak lazımdır. Benim tarafımdan emir verildi ki, artık şehri terk etmeliyiz. Buna göre bir istikametten başladık çıkmaya. O istikameti seçmiştik ki, orada yol yok idi. Çünkü y...