Basının Gündem Oluşturma İşlevi Bağlamında
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin İlanı
Karşısında Türkiye’deki İktidar Yanlısı Basının Tutumu*
Özet: Doğu
Türkistan konusunda Türkiye’de oldukça etkili bir kamuoyu mevcuttur. Bunun temeli
oldukça eskidir. Bu bağlamda, 1933 yılında ilan edilen Doğu Türkistan İslam
Cumhuriyeti’ne Türkiye basınının yaklaşımı oldukça dikkat çekicidir ve
Türkiye’deki Doğu Türkistan kamuoyunun oluşumunu anlamak bakımından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti,
Dış Türkler, Basının Gündem Oluşturma İşlevi, Cumhuriyet Gazetesi, Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi
Giriş:
“Bundan yirmi
sene evvel Kâşgar’da İslam olduğu buralarda bilinmez idi. Şimdi efkâr-ı umumiye
onlarla ittihada çalışıyor.”
Namık Kemal[1]
Her ne kadar Osmanlı
döneminde Türkistan ile bağlantılar tamamen kesilmemiş, özellikle hac nedeniyle
iki coğrafya insanı arasındaki irtibat devam etmişse de, Türkiye’de Orta Asya
kamuoyunun oluşumunun başlangıcının 19. yüzyıl ortaları olduğu söylenebilir.
Bunun en önemli nedenlerinden biri, günlük basın olgusunun ortaya çıkışı ve
Orta Asya ile gündem oluşturmadaki rolüdür.
Gazeteler en eski kitle iletişim araçlarıdır. İlk ortaya çıkışlarından
bugüne kadar da kendine özgü üstünlüğünü korumaktadır. Gazetelerin bu üstünlüğü
diğer kitle iletişim araçlarına göre daha çok bilgi verip daha kalıcı
olmalarından kaynaklanmaktadır.[2]
Bireyler, dünyada yaşanan gelişmelerle ilgili olarak çoğunlukla yalnızca
kendilerine ulaşan bilgilerle yetinmek zorunda kalmakta, olayların başka
boyutları ve arka planından doğrudan haberdar olma imkânından yoksun
bulunmaktadırlar.[3] Ortaya
çıkan bu boşluğu ise büyük ölçüde kitle iletişim araçları doldurmaktadır.[4]
Dolayısıyla, basının bir olayı sayfalarına taşıyıp taşımaması, taşımışsa konuyu
hangi boyutta ve hangi bakış açısından ele aldığı önemli hâle gelmektedir.
Basının bu işlevine ise “gündem oluşturma işlevi” adı verilmektedir.
İlk kez Maxwell E. McCombs ve Donald L. Shaw tarafından ortaya konulan
“Gündem Oluşturma Kuramı”[5]
siyasal, ekonomik, aktüel vb. konularda toplumun neyi, ne kadar bilmesi
gerektiğine basın organlarının karar verdiği öngörüsüne dayanmaktadır. Çünkü, milyonlarca
okuyucu ve izleyicinin, kendilerine hiç sunulmamış bir ürünü talep etmeleri
mümkün değildir.[6] Basın bu
boşluğu gündem oluşturma gücü yoluyla doldurmakta ve hedef kitleye neyi, ne
kadar bilmesi ve talep etmesi gerektiğini söylemektedir.
Basının gündem oluşturma işlevinin üç temel öğesi olduğu söylenebilir:
“Konulaştırma”, “önemsetme” ve “anlamlandırma”.
Basının ideolojik tutumu, dünyaya bakış tarzı bir tarafta tutulsa bile,
çevremizde ve dünyada her gün yaşanan pek çok olay ve olgunun tümünün
yansıtılması mümkün değildir. Bu karmaşık olaylar, en aza ve algılanabilecek
bir düzeye indirgenmelidir. Dolayısıyla basın, önemli konuları seçerek, -konulaştırarak-
ele almak ve hedef kitleye yansıtmak durumundadır. Bu eylem ise, bir önemsetme
ve anlamlandırma olgusunu da beraberinde getirir.
“Önemsetme”, bazı konulara ilgi gösterip bazılarına göstermemek yoluyla
bireylerin değerlendirme ölçütlerini değiştirme olarak tanımlanabilir.[7]
“Anlamlandırma” ise, kendimizi ve dış dünyayı nasıl yorumlayacağımızı ifade
eder.[8]
Dolayısıyla konulaştırma yoluyla, her gün çevremizde olup biten sayısız
haberlerden hangilerinin seçilmesi, hangi konulardan haberdar olunmasına karar
verilirken, önemsetme yoluyla ne üzerinde düşünülmesi ve konuşulması
gerektiğine belirlenmiş olmaktadır.[9]
Anlamlandırma yoluyla da, dünyada nelerin yaşandığı, bunlardan hangisinin daha
önemli olduğu, doğru ya da yanlışlığı, büyük ölçüde, kitle iletişim araçları
tarafından tanımlanmaktadır.[10]
Bu ise hedef kitlenin dünyayı algılayış biçimlerini etkilemekte,[11]
basına, çeşitli çıkar grupları ve siyasal odakların kararları üzerinde etkide
bulunma imkânı vermektedir.[12]
Bu araçlara ulaşamayan
bireyler bile, ulaşabilenlerin mesajları kendilerine ya da ortama aktarmaları
sonucu, dolaylı da olsa yine kitle iletişim araçlarından etkilenmektedirler. Bu
nedenle, kitle iletişim araçları siyasal hayatın vazgeçilmez öğelerinden biri
hâlini alarak[13]
“dördüncü kuvvet” olma konumu kazanmıştır. Bu araçlar, bütün eksikliklerine
karşın insana yönelik, toplumu başka türlü haberdar olamayacağı konularda
bilgilendiren, “katılımcı politikayla iç içe” bir yapı niteliği kazanmıştır.[14]
Doğu Türkistan
Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin güney batı
bölümünde yer alan bölgenin adıdır. Batıda Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan,
güneyde Afganistan, Keşmir yoluyla Pakistan ve Hindistan, doğuda Çin’e bağlı
Tibet ve Kansu bölgeleri, kuzeyde ise Moğolistan ile komşudur. 1759 tarihine
kadar çeşitli Türk hanedanlıkları tarafından yönetilen ülke, bu tarihte
Mançu-Çin kuvvetlerince işgal edildi. Bu işgalden sonra ilk bağımsız devlet,
“Kaşgarya” adıyla 1867 yılında kuruldu. Yakup Han Bedevlet liderliğindeki bu
yeni siyasal oluşum, dönemin üç önemli gücü; İngiltere, Rusya ve Osmanlı
Devleti tarafından tanındı.[15]
Ancak, bu bağımsızlık uzun sürmedi. Devletin ömrü,
Yakup Han’ın ömrüyle sınırlı kaldı ve Doğu Türkistan 1878 yılında ikinci
Mançu-Çin işgaline uğradı.
Bu ikinci işgal dönemi Doğu Türkistan tarihi açısından
bir dönüm noktası oldu. 1884 yılında, ülkeni adı “yeni topraklar” anlamına
gelen “Hsin-ciyang”a [Çince okunuşu “Şincan”, İngilizce yazılışı ile “Xinjiang
(Sinkiang)] çevrildi.[16]
Doğu Türkistan, 20. yüzyılda da iki kez bağımsızlık
elde etmiştir. Ancak, 1933 ve 1944 yıllarında sağlanan bu bağımsızlık dönemleri
de uzun sürmemiş; ilki Sovyetler Birliği, ikincisi de Çin Kızıl Ordusu
tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Bu çalışmada, bu devletlerden ilki olan 1933 tarihli
“Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti” dönemindeki Türkiye-Doğu Türkistan ilişkileri
ele alınmaya çalışacak, özellikle basının gündem oluşturma işlevi bağlamında bu
gelişmenin kamuoyuna aktarımı ve bugün Türkiye’de var olan Doğu Türkistan
algısına etkisi üzerinde durulacaktır.. Bu konuda da, devrin siyasal bakış
açısını daha iyi ortaya koyabilmek açısından, o dönemde iktidara yakın bir
politika izleyen Cumhuriyet ile dönemin iktidar partisinin
resmî yayın organı olan[17] Hakimiyet-i
Milliye’den yararlanılmıştır.
Türkiye-Türkistan İlişkilerinin
Geçmişi
1867 yılında kurulan Kaşgarya Devleti, ilk
icraatlarından biri olarak Osmanlı Devleti ile ilişki kurmuş; İstanbul’a bir
elçi göndererek padişah Abdulaziz’e bağlılığını bildirmiş[18] ve
onun adına hutbe okutarak para bastırmıştır.[19]
Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 1875 yılında başkent
Kaşgar’a askeri uzman ve malzeme göndermiştir. Kendisini Osmanlı Devleti’ne
bağlı bir emir ilân eden Yakup Han, İstanbul’dan gelen subayların da
yardımıyla, 40.000 kişilik düzenli ve disiplinli bir ordu meydana getirmiştir.[20]
Kaşgarya ile Osmanlı Devleti arasındaki bu ilişki Yakup Han’ın ölümüne kadar
devam etmiştir.[21]
Her ne kadar Türkiye ve Doğu Türkistan Türkleri arasındaki ilişkiler,
ikinci Mançu-Çin işgali nedeniyle kesintiye uğramışsa da, tamamen sona
ermemiştir. Bunun
başlıca nedenlerinden birinin II. Abdülhamit’in “İslam Birliği” politikası
olduğu söylenebilir.[22]
Bunun sonucu olarak, Kaşgar, Hive, Buhara gibi merkezlerle bağlantı artmış,
gazetelerde bu bölgelerle ilgili daha çok haber yayınlanmaya başlamıştır. Bu
dönemde ortaya çıkan ilginin bir sonucu olarak Osmanlı Devleti dışında yaşayan
Türkler hakkında kitapların da basılmaya başladığı görülmektedir. Bu kitaplar arasında
Arminius Wambery’nin, “Bir Sahte Dervişin Asya-yı Vusta’da Seyahati” (1878);
Mehmed Emin Efendi’nin “İstanbul’dan Asya-yı Vüsta’ya Seyahat” (1878) ve Mehmed
Âtıf’ın “Kaşgar Tarihi” (1884) adlı eserlerini sayabiliriz.[23]
Kafkasya’dan Orta Asya’ya kadar “Türkler”in yaşadıkları yerlere düzenlenen seyahatlerdeki
gözlemlerden yola çıkılarak hazırlanan bu eserlerde, kimi abartılı ve efsanevi
bilgilere de yer veriliyor, bu bölgelerin Türklerin geçmişteki görkemli
tarihlerini barındırdığı anlatılarak kamuoyunun ilgisini uyandıracak bir tutum
sergileniyordu. Böylece, kamuoyu ilgisinin bir sonucu olarak bölgeye
gerçekleştirilen seyahatler sırasında edinilen bilgiler kitaplaştırılıyor ve
kamuoyu oluşumunu hızlandırıcı bir etki yaratıyordu.
Aynı şekilde İttihat ve Terakki döneminde de Doğu
Türkistan’a özel bir ilgi gösterildiği görülmektedir. Örneğin, Habibzade Ahmed
Kemal, 1913 yılında, “Çin egemenliği altındaki Doğu Türkistan’ın dünyaya ve
dünyadaki gelişmelere kapalı” halkına, “yeni bir hayatın çağrısını iletmek,
onların bu ‘yeni hayat’a geçişlerine yardımcı olmak” amacıyla bir grup
arkadaşıyla birlikte İttihad ve Terakki tarafından Doğu Türkistan’a
gönderilmiştir.[24] Öyle ki Enver Paşa da,
Orta Asya hayatı sırasında Doğu Türkistan’a özel bir önem vermiş, bölgeyi
siyasal faaliyetleri kapsamına almıştır.[25]
Yine bu dönemde sonraki yıllarda Doğu Türkistan Eyalet
Hükümeti’nin başkanı olacak olan Mesut Sabri Baykozi de eğitimini Türkiye’de
tamamlayarak geri dönecektir.[26] 1933
yılında kurulan Cumhuriyetin başbakanı olan Sabit Damolla da Türkiye’de eğitim
gören Doğu Türkistanlılardan biriydi.[27] Bu
arada yine, 1933 ve 1944 bağımsızlık mücadeleleri sırasında önemli görevlerde
bulunmuş olan Mehmed Emin İslami de, 20. yüzyıl ortalarına kadar meydana gelen
bağımsızlık hareketlerinde Türkiye’de eğitim gören Doğu Türkistanlı öğrencilerin
önemli katkıları olduğunu söylemektedir.[28]
Ele Alınan Dönemde Türkiye’nin Dış
Türklere Bakışı
Cumhuriyetin ilanından sonra yeni Türkiye’nin
kurucularının asıl hedefi, yeni durumun ortaya çıkardığı uluslar arası
sorunları çözümleme ve ülkeyi istikrarlı bir düzene oturtma amacı olmuştur. Bu
istikrar sağlandıktan sonra da, “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi dış
politikanın esası olarak kabul edilmiş,[29]
ülkeyi “yeni maceralara sürükleyebilecek davranışlardan daima kaçınılmıştır.”[30]
Ancak dönemin bu resmi dış politika anlayışına rağmen,
dış Türklere ayrı bir önem verildiği görülmektedir. Örneğin 12 Kasım 1934
tarihinde İçişleri Bakanı Şükrü Kaya TBMM’de yaptığı konuşmada, Balkan
Türklerinin dışında “diğer yerlerde de Türk ırkına mensup 20-30 milyon Türk
[olduğunu]”[31] söylüyordu. Kaya’ya göre, “bugün Türkiye Türkleri ve TBMM
ve onun hükûmeti hariçteki bütün insanlıkla, insanî hareketlerle alâkadâr
olduğu gibi, tabiî kendi kardeşleri Türklerle de alâkadârdır.” Hatta, “bugünkü
Türklerin (Türkiye Türklerinin), başka memleketlerin kendilerine olan
dostluklarını, orada bulunan Türklere yaptıkları muamelerile ölçtüklerini
söylersem, zannederim ki Türk milletinin ve BMM’nin hissiyatına tamamen
tercüman olurum” diyerek, dış Türkler konusunun Cumhuriyet Hükümetinin dış politikasında
önemli bir parametre olduğunu ifade etmektedir.[32] Bu
noktada dikkat çeken bir başka konuşma da Mustafa Kemal’e aittir. 1933 yılında
yaptığı bu konuşmada Atatürk şunları söylemektedir:
“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur,
komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne
olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı
Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı
tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını
bilmelidir. Bizim için bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir
kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız
o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl
hazırlanır? Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür…
Köklerimize inmeli ve
olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını
bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”[33]
Daha da önemlisi yukarıya alıntılanan bu sözler
Mustafa Kemal’in yalnızca o tarihte ortaya çıkmış, o güne özgü bir yaklaşımı da
değildir. Dış Türkler için, “sahip çıkmaya hazır olmalıyız” diyen Atatürk,
onlarla ilgilenmeyi aynı zamanda Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından da
zorunlu görüyordu. Öyle ki henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce, 21 Aralık
1921’de TBMM Başkanı sıfatı ile, dönemin Milli Müdafaa Vekili Fevzi (Çakmak)
Paşa’ya kendi el yazısıyla gönderdiği bir talimatta bu durum açıkça
görülmektedir.
Afgan Ordusunun yeniden düzenlenmesi için bir subay
heyetinin oraya gönderilmesi konusunun da ele alındığı talimat, “…Asya-yı
Vusta’da emrimize amade kuvvetli bir orduya malik olmamız hususu[nu] oldukça
temin et[mek] ve dolayısıyla her icab ettiği anda Anavatanı gavail-i harbten
siyanet için … bir vasıta elde et[mek]” için yazılmıştı. Dönemin dış politika
anlayışını ortaya koyan önemli bir belge sayılabilecek bu talimata göre,
gönderilecek subay heyetinin seçilmesinde ilk dikkat edilecek nokta
onların”…[kendilerini] gerek Afgan, gerek Türkistan ve Buhara ahali ve
askerlerine fevkalâde sevdirecek” kimselerden seçilmesidir. Daha da önemlisi
Mustafa Kemal’in “Afganistan müdüran-ı umuru haric-i entrikalar sayesinde
İslamiyet ve Türklüğün menafiine mugayir bir surette hareket etmeye
hazırlandıkları takdirde heyetimizin bu suretle hareketlerine mani olabilecek
ve İslâm ve Türk menafiine hâdim bir Afgan hizni mevki-i iktidara getirebilecek
kadar kavi bir mevki edinmesi” sözleridir. Görülüyor ki, henüz Milli
Mücadele’nin devam ettiği, düşmanın Sakarya Nehrinin batısında bulunduğu ve
Türkiye’nin kendi bağımsızlığı için mücadele vermek durumunda olduğu bir
dönemde dahi Mustafa Kemal, Türklüğün menfaati için bir başka ülkenin iç
işlerine karışılabilmesini öngörmektedir.[34]
Bu noktada dikkat çekici bir başka olay da, 1921
yılında imzalanan Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği Antlaşmasının ikinci
maddesinde, halkları Türk soyundan olan ve o sıralar Sovyet egemenliği altına
girmiş bulunan Buhara ve Hive cumhuriyetlerinin “bağımsızlıklarının
onaylandığı”nın yer almasıdır.[35]
Doğu Türkistan
İslam Cumhuriyeti’nin Kuruluşu
1931 yılında gelindiğinde Doğu Türkistan, Çin
Cumhuriyeti (Milliyetçi Çin) tarafından atanan özerk Çinli valilerce
yönetiliyordu. 1928 yılında vali Yang Tseng-hsin bir suikast sonucu öldürülünce
Chin Shu-jen, Doğu Türkistan valisi olmuştur. Yang ile karşılaştırıldığında,
“zayıf ve kararsız bir yapıya sahip olan” yeni vali Chin,[36]
ülkede baskı ve zulme dayanan bir yönetim kurmuştu. Chin’in bu tutumu, artan
ekonomik sıkıntıların da etkisiyle yerli halk arasında geniş bir hoşnutsuzluk
meydana getirmiş ve sonunda, 1931 yılında Kumul (Hami) kentinde bir ayaklanma
başlamıştır. BU ayaklanma kısa zamanda tük ülkeye yayılmış ve 12 Kasım 1933’te,
başkenti Kaşgar olan “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti” (DTİC) ilan edilmiştir.
Devlet başkanlığına Hoca Niyaz Hacim getirilirken, başbakanlığı da Türkiye’de
eğitim görmüş bir hukukçu olan Sabit Damolla üstlenmiştir.[37]
Yeni cumhuriyet ilginç bir tutumla, en yakın ve güçlü
komşusu olan Sovyetler Birliği aleyhtarı bir dış politika benimsemiş,[38]
anayasasında devletin İslam kurallarına göre yönetileceği öngörülmüştür. Ancak,
DTİC’nini aynı zamanda milliyetçi bir çizgiyi de benimsediği görülmektedir.
Nitekim milli marşında, “Atilla, Çingiz, Timur dünyayı titrekten idi / Can
alıp, can berimiz**, çünkü Türktür namımız”[39]
dizeleriyle Türkçü bir söyleme de yer verilmektedir. Yine resmi yayın organı
olan “Şarki Türkistan Hayatı” adlı gazetenin başlığının hemen altında Türk
birlikçi bir söylem olan “dilde, işde, fikirde birlik” mottosu yer alıyordu.[40]
DTİC kurucularının Türkiye’ye karşı da sıcak bir
yaklaşım içinde oldukları görülmektedir. Nitekim yeni cumhuriyetin bayrağı,
Türkiye’ye yakınlığın bir simgesi olarak,[41]
Türkiye’nin ay-yıldızlı bayrağı ile bire bir aynı niteliklere sahip (mavi zemin
üzerine beyaz ay yıldızlı gök bayrak), olarak belirleniyordu. Yeni yıl
dolayısıyla Türkiye’ye gönderilen telgrafta da, “Şarki Türkistan’ın gök
bayrağı, Türkiye’nin al bayrağını hürmetle selamlar”[42] deniliyordu.
Doğu
Türkistan’da Meydana Gelen Olayların Türkiye’de Yankıları
Asya’da yeni bir Türk devletinin kurulmasının Türk
kamuoyunda sevinçle karşılandığı görülmektedir. Örneğin devletin yarı resmi
yayın organı sayılabilecek olan Cumhuriyet gazetesi, bu haberi verirken yeni
cumhuriyetten övgüyle söz etmekte ve Türk tarihine göndermede bulunarak Doğu
Türkistan’ı yüceltici bir üslup kullanmaktadır. Gazeteye göre Doğu Türkistan,
“Beynelmilel coğrafya isimlerinin bile kâmilen Türkçe olduğu” ve “Türk harsının
beşiği olan” bir ülkedir. “Şark Türkleri”nin uzun zamandır sürdürdükleri
bağımsızlık mücalesinin başarı ile sonuçlanması mutluluk verici bir olaydır.[43] Bu
sevinci arttıran bir başka konu da, Doğu Türkistan’da kurulan devletin “Türkler
için öteden beri en uygun idare şekli olan” cumhuriyet yönetimini kabul
etmesidir.[44]
Aslında Türkiye gazetelerinde Doğu Türkistan’ın
bağımsızlık mücadelesine ilişkin yazılar daha 1933 yılının ilk aylarından
itibaren yer almaya başlamıştı. Örneğin, 29 Nisan 1933 tarihli Cumhuriyet’te
yer alan bir haberde, Doğu Türkistan Türklerinin Tunganlarla*** birleşerek, Çin
yönetimine karşı isyan başlattıkları ve böylece yeni bir bağımsızlık fırsatı
elde ettikleri belirtiliyordu. 1933 yılı sonlarında, özellikle 1934 yılı ile
birlikte bu konudaki haber ve yorumların iyice ağırlık kazanmaya başladıkları
görülmektedir.
Söz konusu gazetelerde Doğu Türkistan bağımsızlık
mücadelesi ile ilgili gelişmeler ve yeni devletin nasıl kurulduğu kamuoyuna
ayrıntılı olarak duyuluyordu[45] ve
yeni devletin geleceğine ilişkin iyimser bir bakış açısı egemendi. Örneğin, “yeni
hükümet makinesinin muntazaman” işlediğini söyleyen Cumhuriyet gazetesine göre,
Çinlilere karşı yürütülen askeri harekât da “muntazaman bir surette” idare
edilmekteydi.[46] Yine gazetenin dış
politika yazılarını kaleme alan muharrem Feyzi de, “Şarki Türkistan’ın şimal ve
şimali garbinde şimdilik tutunabilmeiş” Çinlilerin komutanları arasında
anlaşmazlıklar baş gösterdiğini ve “bu surette yeni Türk cumhuriyetinin askeri
vaziyeti[nin] de bir kata daha iyileş[tiğini] söylemektedir.[47]
Yazılarında sıkça Doğu Türkistan konusuna değinen M. Feyzi’ye göre, bu ülkenin
bağımsızlığını elde etmesi, aynı zamanda Orta Asya’nın dengelerini değiştirecek
bir olaydır.[48] Bu arada yazarın İngiliz
Hindistanı’nın Doğu Türkistan hükümetini tanımakta tereddüt etmeyeceğini ileri
sürmesi de ilginçtir.[49]
Diğer yandan dönem gazetelerinde Doğu Türkistan’ın bağımsızlığının Türklüğün
yararı açısından da ele alındığı ve bu olayın “Türk ırkının ilim ve irfan
sahasının çok genişlemesine” hizmet edeceği görüşünün ileri sürüldüğü de dikkat
çekmektedir.[50]
Öte yandan Ocak 1934’ün sonlarından itibaren
Tunganların Doğu Türkistan hükümetine baş kaldırarak çeşitli başarılar elde
etmeye başlamalarına karşın,[51] Türk
basınında bu gelişmelere değinilmekte birlikte, genellikle kamuoyuna Türklerin
başarılarının yansıtıldığı görülmektedir. Örneğin, 30 Ocak tarihli Hakimiyet-i
Milliye gazetesinde, Anadolu Ajansı kaynaklı olarak yer alan bir haberde, Doğu
Türkistan hükümet kuvvetleri ile Tunganlar arasında çıkan çatışmada 2 bin
Tungan askerin öldüğü ya da yaralandığı belirtiliyordu.[52] Yine
sonraki gelişmeler sonucu, Türk kuvvetlerinin yenilgileri iyice belirginleşmeye
başlamış olmasına, Çin ve Tungan güçleri birçok şehrin denetimini ele geçirmiş
olmalarına karşın aynı gazete, bu olayı Türkiye kamuoyuna Tunganların yenilerek
geri çekilmeye başladığı, birçok şehrin geri alındığı şeklinde yansıtıyordu.[53]
Bu arada, Ocak ayının son günlerinde Ankara’ya ilginç
bir gelişme daha yaşanıyordu. O güne kadar Doğu Türkistan’daki gelişmeler
karşısında sessiz kalan Türk Dışişleri, 30 Ocak 1934 tarihinde bu sessizliğini
bozarak, ilk kez bu konuda resmi bir açıklamada bulundu. Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüştü (Aras), gazetecilerin kendisine yönelttiği bir soru üzerine,
“Şarki Türkistan hakkında muhtelif yerlerden parça parça haberler gelmektedir”
dedikten sonra, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığına Türk hükümetinin sıcak
baktığını açık olarak ortaya koyan şu sözleri söylüyordu:
“Kemalist Türkiye
siyasetinin bir esası da, her milletin inkişafını memnuniyetle görmek olduğuna
göre, kendi dilini konuşan bir diyar hakkında tabii başka türlü düşünemez.”[54]
Bu açıklamanın Dışişleri Bakanı’nın Balkan Paktı
görüşmeleri için Yugoslavya’ya gitmeden önce yapması da ilginçtir. Anlaşılıyor
ki, dünya ülkelerinin bakışının kendi üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde bile
Türkiye, İngiltere, Sovyetler Birliği, Japonya gibi güç odaklarının nüfuz
mücadelesi verdikleri bir ülkenin bağımsızlığını desteklediğini açıklamaktan
çekinmeyecek kadar, bu coğrafyadaki gelişmelere ilgi duymaktadır. Nitekim
Tevfik Rüştü Bey, daha sonraları İngiliz büyükelçisine Doğu Türkistan’daki
Türkler konusunda Türkiye’nin “gönülden gelen güçlü ilgiyi” her zaman
koruduğunu söyleyecektir.[55]
Bu görüşü destekleyen bir başka olay da, Almanya’nın
Afganistan büyükelçisi tarafından 1933 yılında ülkesine gönderilen bir raporda,
“Türk Hükümeti Şarki Türkistan Türklerinin hareketlerine yakınlık duymakta ve
Sovyet Hükümeti’nin hoşuna gitmeyen bazı şeyleri de el altından yapmaya
çalışmaktadır” denilmesidir.[56]
Türk basınında yer alan haberle önceleri Çin ve
Hindistan kaynaklı olarak, daha sonra da –Türkiye’ye hangi yollarla geldiği
anlaşılamayan- Doğu Türkistan Hükümetinin resmi yayın organı “Şarki Türkistan
Hayatı” adlı gazeteden elde ediliyordu.[57] 1934
yılı Şubat ayı başlarından itibaren de haberlerin Sovyet kaynaklı olarak
gelmeye başladığı görülmektedir. Sovyet kaynaklı bu haberlerin gelmeye
başlamasıyla birlikte, Türk basınının Doğu Türkistan’a karşı tutumunda bir
değişmenin de başladığı dikkat çekmektedir. Bunda etkili olan başlıca
faktörlerin, belki de haberlerin Sovyet kaynaklı olarak verilmeye başlamasının
temel etkenlerinin, Doğu Türkistan’daki siyasal rejimin niteliğinin daha net
olarak ortaya çıkması ve Sovyetler Birliği’nin DTİC’ne karşı izlemeye başladığı
politikanın etkili olduğu söylenebilir.
Türkiye’nin
Doğu Türkistan Konusundaki Tutum Değişikliğinin Nedenleri
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ilan edilmesiyle
birlikte Türkiye’den gelen üç kişinin yeni kurulan hükümette danışman olarak
yer aldıkları görülmektedir. Büyük ihtimalle Türkiye’den gönderildikleri
düşüncesiyle böyle bir göreve getirildikleri tahmin edilen bu kişiler İzmirli
Mustafa Ali (Kentli), Mahmut Nedim (Kaytmaz) ve Ahmet Tevfik Paşa idi.[58]
Bunlardan Mahmut Nedim ordunun eğitimi ile görevlendirilirken,[59]
Mustafa Ali de, olağanüstü elçi sıfatı verilerek diğer devletlerle Doğu
Türkistan arasında siyasal ilişkiler kurmak amacıyla Hindistan’a gönderilmişti.[60] İşte
Türk basınının Doğu Türkistan’daki rejime kuşkuyla bakmaya başlamasının ilk
nedenlerinin bu hadise olduğu söylenebilir. Çünkü, dönem basınının gözünde
Mustafa Ali, adı İzmir Suikastına karışan ve bu durum ortaya çıkınca yurt
dışına kaçan bir “mürteci” idi.[61] Böyle
bir kişinin Doğu Türkistan hükümetince önemli bir göreve getirilmesinin ise
Türkiye tarafından tasvip edilecek bir durum olmadığı açıktır.
Diğer taraftan Sovyetler Birliği yöneticileri, ülkenin
hemen yanı başında Sovyet aleyhtarı bir yönetimin ortaya çıkmasını kaygıyla
izliyorlardı. Gerçi Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, kendi başına bir tehlike
meydana getirebilecek bir güçte değildi. Ancak, onun İngilizler veya Japonların
etkisi altına girmesi ve böylelikle Sovyet yönetimi altındaki Batı
Türkistan’daki rejim karşıtlarına sığınak teşkil etmesi, ayrıca Orta Asya’da
Sovyetler Birliği’ne karşı bir hareket üssü haline gelme ihtimali, Rusları bu
yeni devlete karşı tutum almaya sevk eden etkenlerdi.[62] Yeni
devlet “Doğu” Türkistan diyerek Sovyetler Birliği içinde kalan “Batı”ya açık
bir atıfta bulunuyor, aynı zamanda “İslam” olduğunu ilan ederek Sovyet
politikasına açık bir tavır alıyordu. Bunlar da Moskova için tehlikeli
gelişmelerdi.
Bu nedenlerle Sovyet yönetimi, Türkiye’ye, Doğu
Türkistan hükümetine destek olmaması için diplomatik baskıda bulunmaya
başlamıştı.[63] O tarihlerde Türkiye,
uluslararası konjonktür gereği SSCB’nin dostluğuna ihtiyaç duyuyordu. 1932-1936
yılları arasında Avrupa’daki büyük devletler arasındaki gruplaşmaların farklı
bir boyut kazanmaya başlamasıyla birlikte Türkiye, kendi güvenliğini temin
edebilmek için Sovyetler ile sıkı bir işbirliği içine girmek zorunda kalmıştı.[64] Nitekim
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü, Doğu Türkistan konusunda Türkiye’nin tutumunu
dile getirdiği 30 Ocak 1934 tarihli konuşmasında bu konuya ilişkin önemli ipucu
verecek olan şu sözlerle Doğu Türkistan hükümetine Sovyetlerle iyi geçinmesini
tavsiye ediyordu: “Bütün komşularile ve dünya milletlerile dost geçinmekle
beraber, inkişaf yolunda komşuları için ancak fayda veren Sovyet Rusya ile
geçinmek [ise] esastır.”[65]
Türkiye basınını bu konuda tavır değiştirmeye yönelten
bir başka etkenin, yine Sovyet kaynaklı olarak gelen haberlerde görülen,
DTİC’nin İngiliz-Alman faaliyetinin ortak sonucu olduğu,[66] İngiltere
ve Japonya arasında gizli bir anlaşma yapıldığı ve bunun sonucunda Japonların
Doğu Türkistan’a sızmaya başladıkları[67] şeklindeki
söylentiler olduğu söylenebilir. Yine Türkiye yönetimini rahatsız edebilecek
gelişmelerden biri de Osmanlı hanedanı mensubu Abdulkerim Efendi’nin Doğu Türkistan
Devletinin başına geçeceği şeklindeki haberlerdir.[68]
Doğu Türkistan’daki gelişmelerin Türkiye gündemini
yoğun bir şekilde meşgul etmeye başladığı 1934 yılının ilk aylarında dikkat
çeken bir başka ilginç gelişme de, Çin’in Türkiye’ye yönelik diplomatik
trafiğinin artmış olmasıdır. Bu bağlamda 17 Şubat’ta bir Çin askeri heyeti
görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye’ye gelmiş; Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal,
Başbakan İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüştü ile görüştükten sonra 25 Şubat’ta Türkiye’den ayrılmıştır. Heyetin
bu ziyaretinden sonra ilginç bir gelişme olmuş e 4 Nisan tarihinde İsviçre’de,
Tevfik Rüştü Bey ile Çin’in Bern büyükelçisi M. Hao arasında bir dostluk
antlaşması imzalanmıştır.[69] Bu
arada Çin heyetlerinin Türkiye ziyaretleri de kesintisiz devam etmiştir.
Örneğin 10 Nisan’da Çin’in Belçika büyükelçisi Türkiye’yi ziyaret ederken, 14
Haziran’da da bir başka Çin heyeti “inkılaplarımız hakkında tetkikat yapmak
üzere[70]
Türkiye’ye gelmiştir. Sonunda, 19 Haziran 1934’te Türkiye ve Çin arasında
Ankara ve Nankin’de**** siyasi temsilcilikler açılması konusunda bir anlaşma
yapılmış ve böylece o zamana kadar mevcut olmayan diplomatik misyonlar hayata
geçirilmiştir.
Öte yandan Tevfik Rüştü Beyin Doğu Türkistan’a yönelik
sıcak tonlu açıklamalardan sonra arttığı görülen Sovyet kaynaklı haberler ve
Çin diplomatik atakları sonucu, Türk basını ilginç bir tutumla, o zamana kadar
“Şarki Türkistan” olarak söz ettiği Doğu Türkistan’ı “Çin Türkistanı”,
“Sinkiyang” olarak da tanımlamaya başlamıştır. Bu, sözü edilen etkenlerin
Türkiye’nin Doğu Türkistan’a yönelik dış politikası üzerinde ne kadar etkili
olduğunu göstermesi bakımından altı çizilmesi gereken bir durumdur.
Bütün bunların sonucu olarak da, 1934 yılının
ortalarına gelindiğinde Doğu Türkistan’a karşı belirgin bir ilgi eksikliğinin
kendini gösterdiği dikkat çekmektedir.
Doğu Türkistan
İslam Cumhuriyeti’nin Sonu
12 Kasım 1933 yılında kurulan Doğu Türkistan İslam
Cumhuriyeti, kuruluşundan kısa bir süre sonra, iç çekişmeler ve başlangıçta
birlikte hareket ettikleri Tunganların başlattığı saldırılar sonucu zayıflamaya
başlamıştır. Bu sırada 1934 yılının hemen başlarında, Ocak 1934’te 7000
askerden oluşan iki Sovyet Kızılordu Tugayı tanklar, uçaklar ve topçuların
desteğiyle sınırı geçerek Doğu Türkistan topraklarına girmiştir. Sonunda Rus ve
Çinlilerle anlaşan Devlet Başkanı Hoca Niyaz Hacim, kendisi inisiyatifiyle
Ruslarla yaptığı çok kötü şartlar içeren anlaşmayı[71]
imzalamayan kabinenin diğer üyelerini, 16 Nisan 1934’te tutuklattı ve Kansu
eyaletindeki Çin makamlarına teslim etti.[72] Her
ne kadar Rusların baskısıyla alınan bir karar olsa da,[73]
Niyaz Hacim’in bu tavrı, bağımsızlığı korumak için mücadele eden ulusal
güçlerin iyice bölünmesine yol açtı. Bu durum üzerine, Çin, Tungan ve Rus
birliklerinin saldırıları da yoğunlaştı. Bu durum üzerine daha fazla
direnemeyen DTİC kuvvetleri, Ağustos 1934’te yenilgiyi kabul etmek zorunda
kalmışlardır. Eylül 1934’te imzalanan bir anlaşmayla da “Doğu Türkistan İslam
Cumhuriyeti” resmi olarak ortadan kalkmıştır. Ancak, ülkenin bazı yerlerinde
1937 yılına kadar varlığını fiili olarak sürdürecektir.
DTİC yöneticileri, devletin varlığını sürdürdüğü süre
içerisinde izledikleri reel politiğe uygun olmayan politikalar sonucunda,
-Sovyet karşıtı dış politika, günün jeopolitik şartları göz ardı edilerek
devletin resmi politikasında İslamcılık ve Türkçülük konularına yapılan
vurgular gibi- yalnızlığa itilmiş ve böylece dış destekten yoksun kalarak tarih
sahnesinden çekilmiştir.
1930’ların başlarında Türkiye ise başlangıçta DTİC’nin
kuruluşunu büyük bir sevinçle karşılamış; ancak, gerek Türkiye’nin yeni
rejimine aykırı bir siyasal yapının ortaya çıktığının anlaşılması ama daha çok
da Sovyetlerin tazyiki ve Çin’in diplomatik baskıları ile başlangıçtaki bu yakın
ilgisini devam ettirememiştir. Nihayet, Doğu Türkistan’daki ulusal güçler
arasında çatışmalar başlayınca da bu olaydan kendini iyice soyutlamıştır.
Ancak son olarak şu hususun altını da çizmeliyiz ki,
uluslar arası alanda güç durumda bulunduğu, kendi bağımsızlığını pekiştirmeye
çalıştığı bir zaman da bile Türkiye, kendi soyundan gelen bu ülkeye karşı
ilgisiz kalmamış, ona sempatisini açık ve gizli çeşitli yollarla ortaya koymaya
çalışmıştır.
Sonuç
Doğu Türkistan konusu, Cumhuriyetin ilanından sonraki
dönem içerisinde ilk kez 1933 yılında yoğun olarak Türkiye gündemine gelmiştir.
Bunda, dönemin basınının önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Ele aldığımız
iki gazetenin, Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet, nitelikleri göz önüne
alındığında bu konuda siyasal iktidarın da konuya sempatiyle yaklaştığı ve
gündeme gelmesini arzu ettiği söylenebilir.
Dönemin, en etkilin kitle iletişim araçları olan
gazetelerin konuya gösterdikleri ilgi, ele alınan dönemde Doğu Türkistan
konusunun önemli bir gündem maddesi haline getirmiştir. Böylece basın gündem
oluşturma işlevi yoluyla, Türkiye kamuoyuna, başka türlü hiç haberdar
olamayacakları bir konuda yoğun bir bilgi akışı sağlamış, bunu yaparken de
ortak tarihi ve etnik yönleri ön plana çıkartarak olumlu bir kanaat oluşumu sağlamaya
çalışmıştır.
Bu bağlamda, bugün Türkiye kamuoyunda, var olan Doğu
Türkistan konusundaki duyarlılığın temeli çok daha öncelere dayanmaktadır
denilebilir. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin DTİC’nin kuruluş yıllarındaki
yaklaşımı da toplumda olumlu bir Doğu Türkistan algısının yerleşmesine katkıda
bulunmuştur.
[1] Namık
Kemal, “Meyelan-i Âlem”, İbret, No:
17, 6 Temmuz 1872, Mustafa Nihat Özön
(der), Namık Kemal ve İbret Gazetesi,
İstanbul, YKY, 1997 içinde s. 100.
[2] Ray Eldon Hiebert, Donald F. Ungurait, Thomas W. Bohn, Kütləvi İnformasiya Vasitələri: Müasir
Kommunikasiyaya Giriş, Azerice’ye Çev. Xumar Hüseynova, Knyaz Aslan, Bakü,
Xəzər Üniversiteti Yayınları, 2005, s. 223.
[3] Atilla Girgin, Gazeteciliğin Temel İlkeleri, İstanbul, Der
Yayınları, 2008, s. 188.
[4] Maxwell McCombs and Jian-Hua Zhu, “Capacity, Diversity,
and Volatility of the Public Agenda: Trends from 1954 to 1994” , Public Opinion Quarterly, Vol. LVIX, No: 4, Winter 1995, s. 497.
[5] Gündem Oluşturma Kuramı için bkz. Maxwell.E.
McCombs-Donald.L. Shaw, “The Agenda Settings Function of Mass Media”, Public Opinion Quarterly, V. XXXVI, No:
2, Summer 1972, s. 176-187.
[6] Noam Chomsky, Edward S. Herman, “Reklam Ruhsatı”, Medyanın Kamuoyu İmalatı: Medyanın
Tekelleşmesi, Kitlelerin Yönlendirilişi ve Zorunlu İtaat, Haz. Noam Chomsky
v.d., Çev. Adnan Köymen v.d., İstanbul, Chiviyazıları Yayınları, 2004, s. 64.
[7] Fay Lomax Cook v.d., “Media and Agenda Setting: Effect on
the Public, Interest Group Leaders, Policy Makers, and Policy”, Public Opinion Quarterly, Vol. XLVII,
No: 1, Spring 1983, s.17
[8] Sadık
Güneş, Medya ve Kültür: Sessiz
Yığınların Kültürel İntiharı, Ankara, Vadi, 1996, s. 131.
[9] McCombs, Shaw, “The Agenda Settings Function…”, s. 186.
[10] Osman Özsoy, “Kitle İletişim Araçlarının Kamuoyu
Oluşumunda Kümülatif Etkisi”, İ. Ü.
İletişim Fakültesi Dergisi, No: 7, 1998, s. 176.
[11] Cliff Zukin, Robin Snyder, “Passive Learning: When the
Media Environment is the Message”, Public
Opinion Quarterly, Vol. XLVIII, No: 3, Fall 1984, s. 634.
[12] Maxwell McCombs, Lucig Danielian, Wayne Wanta, “Issues in
the News and Public Agenda: The Agenda-Setting Tradition”, Public Opinion and the Communication of Consent, Ed. by. Theodore
L. Glasser, Charles T. Salmon, New York, The Guilford, 1995, s. 290.
[13] Güneş, a.g.e., s.
178-179.
[14] Aytekin Can, “Demokrasi ve Medya İlişkisi”, Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, No: 1, İstanbul, 2000, s.
151.
[15] Bu
konuda bk. BA. İrâde-i Hariciye, nr. 15546, Osmanlı
Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münâsebetlere
Dâir Arşiv Belgeleri (1687-1908 Yılları Arası), Ankara, 1992, s. 36; Mehmet
Saray, Doğu Türkistan Türkleri Tarihi:
Başlangıçtan 1878’e Kadar, C. I, Doğu Türkistan Vakfı Yayınları, İstanbul,
1987, s. 151; Alâeddin Yalçınkaya, Sömürgecilik
ve Panislamizm Arasında Türkistan: 1856’dan Günümüze, İstanbul, 1997, s.
87; Paul B. Henze, “The Great Game in Kashgaria, British anda Russian Missions
to Yakub Beg”, Central Asian Survey, V.
VIII, No. 2, London, 1989, s. 80; Ahmet Rıza Bekin, “Yakup Beğ’in Egemenliği
Zamanında Doğu Türkistan’ın Dış Memleketler ile İlişkileri”, Doğu Türkistan’ın Sesi, C. IV, No. 16,
Aralık 1987, s. 20.
[16]
Baymirza Hayit, Türkistan Devletlerinin
Milli Mücadele Tarihi, 2. Bs., Ankara, 1995, s. 148; Saray, a.g.e., s. 180.
[17]
Abdulhamit Avşar, Bir Partinin
Kapanmasında Basının Rolü: Serbest Cumhuriyet Fırkası, Kİtabevi yayınları,
İstanbul, 1998, s. 27.
[20]
Mehmet Saray, “Kaşgar’a Gönderilen Türk Subayları”, Doğu Türkistan’ın Sesi, C. II, No. 5, İstanbul, Mayıs 1985, s. 27.
[21] Bk.
Saray, a.g.e, s. 165-172; Henze, a.g.m., s. 84-85, BA, Osmanlı Devleti ile…, s. 33-38 ve 43.
[22] II.
Abdülhamit’in İslam Birliği politikasıyla ilgili bir çalışma için bkz. İhsan
Süreyya Sırma, Belgelerle II. Abdülhamid
Dönemi, İstanbul, Beyan Yayınları, 1998, s. 125-185. Ayrıca bkz. Belgelerle Osmanlı-Türkistan İlişkileri:
XVI.-XX. Yüzyıllar, Ankara, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğü,
2004.
[23] Söz konusu eserlerin günümüz baskıları için
bkz. Arminius Wambery, Bir Sahte
Dervişin Orta Asya Gezisi, Haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul, Ses Yayınları,1993;
Mehmet Emin Efendi, İstanbul’dan Orta
Asya’ya Seyahat, Haz. Rızâ Akdemir, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları,
2000; Mehmed Âtıf, Kaşgar Tarihi: Bâisi
Hayret ve Ahvâl-i Garibesi, Haz. İsmail Aka, Vehbi Günay, Cahit Telci,
Kırıkkale, Eysi Yayınları, 1999.
[24]
Habibzade Ahmed Kemal, Çin-Türkistan
Hatıraları, Haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 1996, s. 8.
[25]
Masayuki Yamauchi, Hoşnut Olamamış Adam
Enver Paşa: Türkiye’den Türkistan’a, İstanbul, Bağlam Yayınları,1995, s.
47, 57, 74, 315; Abdulhamit Avşar,
“Enver Paşa’nın Gölgede Kalmış Bir Çabası: Doğu Türkistan Konusundaki
Girişimleri, YOM Dergisi, S. 1, Bakü
2005, s. 84-86.
[26]
İklil Kurban, Şarki Türkistan
Cumhuriyeti: 1944-1949, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992, s. 8.
[27]
Hayit, a.g.e., s. 310.
[28]
Mehmet Tanrıverdi, “Mehmet Emin İslami’nin Hatıralarından Bölümler”, Doğu Türkistan’ın Sesi, C. III, No.
11-12, İstanbul, Aralık 1986, s. 16.
[29]
Örneğin, İsmet İnönü 1933 yılında yaptığı bir konuşmada bu konuda şunları
söylemektedir: “… Takip ettiğimiz siyasetin ana hatları, birçok defalar resmi nutuklarda ve mes’uliyet mevkilerinde
söylediğimiz gibi, kısa olarak yurtta sulh, cihanda sulh kelimelerinde izah
olunabilir.” Cumhuriyet, 12 Temmuz
1933.
[30]
Mehmet Gönlübol, Cem Sar, “1919-1939 Dönemi”, Olaylarla Türk Dış Politikası, C. I, 5. Bs., Ankara, Ankara Ü. Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, s. 28.
[31] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre IV, C. XXV,
Üçüncü İnikat, s. 16.
[32] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre IV, C. XXV,
Üçüncü İnikat, s. 17.
[33] Suat
İlhan, “Türk Devrimi ve Türk Dünyası”, Yeni
Türkiye (Türk Dünyası Özel Sayısı), Yıl 3, No. 15, Ankara, Mayıs-Haziran
1997, s. 58-59; A. Ahat Andican, Değişim
Sürecinde Türk Dünyası, İstanbul, Emre Yayınları, 1996, s. 226.
[34]
Belge için bk., Atatürk’ün Milli Dış
Politikası, C. I, Belge No 36, Ankara, 1981, s. 218-219.
[35]
Andican, a.g.e., s. 225.
Bu bağlamda yine Afet İnan’ın “Atatürk’ün yazdırdığı tarih soruları”
dediği 1930 yılında kaleme alınmış bir soru listesinde önce, “ilk medeni işleri
yapan insanların hangi ırktan olduğu”nun sorulması, hemen ardından da “Çin
Türkelleri denilen yerler nereleridi?” denilmesi Atatürk’ün bu coğrafya ile
ilgisini göstermesi ve bir anlamda medeniyetin beşiği olarak Doğu Türkistan
coğrafyasını görmesi bakımından ilginçtir. Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1959, s.
268. (Eserde belgenin orijinali de yer almaktadır.)
[36]
Lars-Erik Nyman, Great Britain and
Chinese, Russian and Japanese Interests in Sinkiang, Malmö, GOTAB, 1977, s.
80.
[37]
Cumhuriyetin kabine ve anayasası için bk. Hayit, a.g.e., s. 311-316..
[38] Nyman,
Great Britain and Chinese.., s. 112.
**Veriririz.
[39]
Milli marş için bk. İsmail Cengiz, Kuruluşunun 56. Yıldönümünde Doğu Türkistan
Cumhuriyeti”, Doğu Türkistan’ın Sesi, C.
VI, NO. 24, Aralık 1989, s. 33.
[40] Cumhuriyet, 23 Kanunuevvel 1933.
[41]
Lars-Eric Nyman, Turkish Influence on
the Islamic Republic of Eastern Turkestan, (Ayrı Basım), Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 1981, s. 819.
[42] Cumhuriyet, 31 Kanunuevvel 1933.
[43] Cumhuriyet, 5 Kanunusani 1934.
[44] Cumhuriyet, 23 Kanunusani 1934.
** *Çin Müslümanları,
Huiler.
[45]
Örneğin bk. Cumhuriyet, 21, 23
Kanunuevvel 1933; 5, 8, 20, 25 Kanunusani 1934; 5, 23, 25 Şubat 1934; 18, 24
Mart 1934; 9 Nisan 1934; 30 Mayıs 1934 ve Hakimiyet-i
Milliye, 20 İkinci Kanun 1934; 5, 26 Şubat 1934; 1, 23 Mart 1934; 22 Nisan
1934; 19 Temmuz 1934.
[46] Cumhuriyet, 23 Kanunuevvel 1934.
[47]
Muharrem Feyzi, “Şarki Türkistan ve İngiltere”, Cumhuriyet, 8 Kanunusani 1934, s. 2.
[48]
Muharrem Feyzi, “Moğollar İstiklal İstiyor”, Cumhuriyet, 22 Kanunievvel 1933, s. 2.
[49]
Muharrem Feyzi, “Şarki Türkistan ve İngiltere”, Cumhuriyet, 8 Kanunusani 1934, s. 2.
[50] Cumhuriyet, 4 Kanunusani 1934.
[51]
Andrew D. W. Forbes, Doğu Türkistan’daki
Harb Beyleri: Doğu Türkistan’ın 1911-1949 Arası Siyasi Tarihi, Çev. Enver
Can, Münih, 1990, s. 216-219.
[52] Hakimiyet-i Milliye, 30 İkinci Kanun
1934.
[53] Hakimiyet-i Milliye, 23 Mart 1934
[54] Hakimiyet-i Milliye, 30 İkinci Kanun
1934; Cumhuriyet, Kanunusani 1934.
[55]
Nyman, Turkish Influence..., s. 821.
[56] A.g.e., s. 821.
[57] Muharrem
Feyzi, “Şarki Türkistan Hükümeti”, Cumhuriyet,
20 Kanunusani 1934, s. 2.
[58] İsa
Yusuf Alptekin, Esir Doğu Türkistan
İçin: İsa Alptekin’in Mücadele Hatıraları, İstanbul, Doğu Türkistan
Neşriyat Merkezi, 1985, s. 264.
[59]
Nyman, Great Britain and Chinese…, s. 114.
[60]
Mehmet Emin Buğra, Şarki Türkistan
Tarihi (Uygurca), 2. Bs., Ankara, 1987, s. 603.
[61] Hakimiyet-i Milliye, 5 Şubat 1934.
[62]
Forbes, a.g.e, s. 207.
[63]
Nyman, Turkish Influence.., s. 820.
[64]
Gönlübol, Sar, a.g.e., s. 114.
[65] Hakimiyet-i Milliye, 30 İkinci Kanun
1934.
[66] Cumhuriyet, 5 Şubat 1934.
[67] Hakimiyet-i Milliye, 22 Nisan 1934.
[68]
Hayit, a.g.e., s. 318. Abdulkerim Efendi’nin Japonya
hayatı için bk. Ziya Şakir, Sultan
Abdulhamit ve Mikado, , İstanbul, Boğaziçi Yayınları 1994, s. 171-172.
[69] Cumhuriyet, 5 Nisan 1934.
[70] Hakimiyet-i Milliye, 14 Haziran 1934.
*** *Dönemin Çin
Cumhuriyeti Başkenti
[71]
Anlaşmanın metni için bk. Hayit, a.g.e.,
s. 319-320.
[72]
Hayit, a.g.e., s. 321.
Yorumlar