Milattan
önce ve hemen sonraları çeşitli
Türk boylarının bölgeye gelerek
yerleşmeleri sonucu Azerbaycan’ın kuzeyi daha 7-8. yüzyıllarda tamamen
Türkleşmişti. Bu Türkleşme, 13 ve 14. yüzyıllarda da Yüzyılla birlikte de Moğol
orduları ile gelen Uygur, Başkurt,
Tatar vb. Türk topluluklarının bölgeye daha önce yerleşen Oğuz, Kuman (Kıpçak)
Türkleriyle harman olmaları ile birlikte Güney Azerbaycan’ı da kapsayacak bir
şekil almıştır. Timur’la birlikte yeniden canlanan Türk boylarının hareketlenme
süreci ile de büyük ölçüde bugünkü görünümüne kavuşmuştur. Nitekim,
Azerbaycan’ın etnik tarihi konusunda en önemli uzmanlardan biri olan Mireli
Seyidov “…Azerbaycan halkının etnik terkibinde … müeyyen derecede terkibde
iştirak etmiş Uygurlarda…” diyerek bu gerçeğin altını çizmektedir.
Azerbaycan coğrafyasının hali
hazırdaki etnik görünümünün ortaya çıkış sürecinde İlhanlı döneminin (1258–1336) özel bir yeri vardır. Çünkü İlhanlılarla
birlikte, Anadolu ve Azerbaycan’a yeni ve yoğun bir Türk nüfusu akışı olmuş ve
Türk dili tam anlamıyla kök salarak Farsça ve Arapça karşısında güçlü bir
konuma gelmiştir. Bu bağlamda, Orta Asya’da yaşayan çeşitli Türk boyları Ön
Asya’ya doğru hareket ederek oralarda yerleşmeye başlamışlar; böylece yeni ve
güçlü bir kaynaşma ortaya çıkmıştır. Yine bu dönem, İlhanlı devletinin
terkibinde Ön Asya’ya gelen Moğol unsurlarının Müslümanlaşması ve Türkleşmesine
tanık olunacaktır.
İşte, Uygur etkisinin
Azerbaycan ve Anadolu coğrafyasında ortaya çıkışı da İlhanlıların bölgeye hâkim
olmasıyla birlikte başlamıştır.
13. yüzyılda
İlhanlılarla birlikte Azerbaycan’a giren Uygur
Türkçesi, Kıpçak Türkçesiyle birlikte bölgede nüfus bakımından çoğunluk
teşkil eden Oğuz lehçesine tesir ederek bugünkü Azerbaycan Türkçesi’nin
oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Bu
hususu birçok araştırmacının yanı sıra kısa bir süre önce kaybettiğimiz ünlü
Türkolog Prof. Dr. Cevat Heyet de “Azerbaycan’ın Türkleşmesi ve Azerbaycan
Türkçesinin Teşekkülü” adlı eserinde açıkça vurgulamaktadır. Ayrıca kendisiyle
2006 yılında gerçekleştirdiğimiz ve TRT-İNT ve TRT-TÜRK kanallarında yayınlanan programda da bize şunları
söylemiştir:
“-
Bakûvî, 13’nci asırda yaşamış ve Hasanoğlu ile çağdaş olmuştur. Onun bir şiiri
var bende, onu kitabımda da çap ettirdim. Orada Uygur Türkçesi’nin özellikleri
aşikârdır. Bizim dilimizin terkibinde Kıpçak ve Uygur Türkçesi’nin de izleri
vardır. Bizim dilimiz, Oğuz Türkçesi üzerinde kurulmuştur. Ama Kıpçak, Uygur
Türkçesi’nin de izleri vardır. Kıpçak Türkleri 9’nci asırda Azerbaycan’a,
Kafkaslara gelmişler, Hazar’ın şimaline. Uygurlar ise 13. asırda Hazar’ın
cenubuna Moğollarla beraber gelmişler. Onlar Türk oldukları için bizim
Türkçe’de (Azerbaycan Türkçesi), elbette ki, izler bırakmışlar. Onun için bizim
Türkçe’de Uygur Türkçesi’nin de izleri var.”
Uygur
Türkçesi’nin Azerbaycan Türkçesi’nin oluşumundaki etkisine dair ilginç bir
başka örnek de bugün Güney Azerbaycan’ın “Soğukbulak yakınlığından Sulduz Karapapaklarına
ordan da Urmu-Salmas-Hoy ve Türkiye hududlarına kadar uzanan bölge”de
kullanılan ve ”Uygur-Avşar” adı verilen lehçedir. Bu Güney Azerbaycan lehçesinin,
İlhanlılar devrinde bölgede resmi devlet dili olarak kullanılan Uygur
Türkçesinin Avşar Türklerinin ağızlarıyla karışmasından meydana gelmiş bir lehçe olduğu kabul
edilebilir.
Uygur
Türkleri, dil bakımından Azerbaycan’ın bütününde bıraktıkları bu etkilerin yanı
sıra başka kültürel alanlarda da izler bırakmıştır. Mesela halı sanatı
bunlardan birisidir. Bu bağlamda, Azerbaycan
halı sanatında önemli bir yeri bulunan bulut kompozisyonu ile bol yağmurun,
bereketin sembolü kabul edilen ejderha figürlerinin ortaya çıkışında
Uygur sanatkârlardan devralınan mirasın önemli etkisi olmuştur.
Uygurların günümüz Azerbaycan kültüründe
görülebilecek izlerinden bir diğeri de müzik sahasındaki etkisidir. Bu hususla
ilgili de ilginç tespitleri olan Prof. Dr. Cevat Heyet’e göre Azerbaycan
musikisinin teşekkülünde Uygur müziğinin etkisi büyüktür. Heyet, bu gerçeğin
farkına Çin’de bulunduğu bir sırada tesadüfen karşılaştığı bir olay sonucu
vardığını ifade etmektedir:
“- Pekin’e gitmiştik.
Televizyonda bizim kızların, Azerbaycan kızlarının oyunlarını, nağıllarını
dinledik. Ben sordum, “kimdir bunlar?” Dediler, “Uygur Türkleri’dir. Gelmişler
burada nümayiş ettirmeye. O zaman anladım ki, benim Türk dünyası müzikleri
içinde kendine has olduğunu düşündüğüm Azerbaycan musikisi, Uygur müziğinden
etkilenmiştir, onunla benzerlikler taşımaktadır.”
Azerbaycan’da Uygur Türklerinin kültür
izleri konusunda orada görev yaparken bir araştırma yapmaya başlamıştım. Ne var
ki tamamlama imkânı olmadı. Bu konuda özellikle dil ve kültür sahasında uzman
bilim adamlarının yapacakları araştırmalar pek çok yeni bulgunun ortaya
çıkmasını sağlayacaktır.
Son olarak şunun da altını çizmek
gerekir ki, aslında Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Türk dünyası, bugünkü
adlandırılmalar ne olursa olsun, iç içe geçmiş ve tarihin en kritik
dönemlerinde dayanışma, birlik içinde bulunmuş aynı milletin ayrılmaz
parçalarıdır. Onların tarihleri birbirlerinden ayrı tutularak parçalanamayacak
ve ayrıştırılamayacak kadar sağlam bir bütünlüğe sahiptir.