Türkiye
Cumhuriyeti ilan edildiğinde, bağımsız bir devlet halinde başka hiçbir Türk
devleti yoktu. O dönem, “Türk” adının yaşatılması ve var kılınması o kadar önem
taşıyordu ki, bu yeni devleti kuran Milli Mücadele kadrosu hiç tereddüt
etmeden, “Türk” adını ön plana çıkardı ve devlet adı yaptı. Yeni bir vatandaşlık
kavramıyla, Türk sözü kültürel bir tabana oturtuldu. Cumhuriyetin sınırları
içerisinde yaşayan ve devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes “Türk”
olarak adlandırıldı. Bu yanlış bir yöntem değildi. Çünkü bazı küçük azınlıklar
dışarıda bırakılırsa, yeni devletin sınırları içerisinde yaşayan hemen herkes,
en azından kültürel anlamda Türklük dairesi içerisindeydi. Ayrıca, uzun yıllar,
karşılarına çıkan ve çıkarılan çeşitli etnik tahrikler rağmen, imparatorluğun
selameti açısından kendi etnik kimliklerini geri planda tutmaya çalışan
Türklerin, bir milli bilinç etrafında birleşebilmesi ve ulus yapılarını
sağlamlaştırması için de bu gerekliydi.
Fakat
aynı dönemde, gerek Orta Asya'da gerekse Kafkaslar'da, başka Türkler de
yaşıyordu. 1924 yılında Stalin'in uygulamaya koyduğu “Milliyetler Politikası”
dönemine kadar, örneğin bugün Orta Asya denilen coğrafyanın adı “Türkistan”dı.
Bunu Ruslar da kabul etmişti. Nitekim Çarlık döneminde bu bölgede oluşturulan
yönetimin adı “Türkistan Genel Valiliği” idi. Yine, Sibirya'ya uzanan
demiryoluna “Türk-Sib” yani “Türkistan-Sibirya” demiryolu adı verilmişti. Bu
adlandırma komünizmin ilk yıllarında da sürdürülmüş, aynı bölgede “Türkistan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” ilan edilmişti. Yine, bugün Çin işgali altında “Şincan”
adı verilerek asimile edilmeye çalışılan coğrafyada, 1933 ve 1944 yıllarında
ilan edilen devletlerin adı, “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” idi. Evet, o devirde
de, bu bölgede “Uygurlar”, “Özbekler”, Kazaklar”, “Kırgızlar”, Türkmenler” vb.
yaşıyorlardı. Ama bunlar kendilerini “Türk” kabul ediyor ve yaşadıkları yerleri
“Türkistan” yani “Türklerin Yurdu” olarak adlandırıyorlardı.
Aynı
durum, Kafkaslar için de geçerliydi. O yıllarda, Kafkas bölgesinde “Azeriler”
değil, “Türkler, -Azerbaycan Türkleri-” yaşıyorlardı. Örneğin, R. Ahundov'un
1929'da basılan sözlüğünün adı, “Azerice-Rusça değil”, “Türkçe-Rusça” sözlüktü.
Mirze Elekber Sabir, bir başka edibi, “Osmanlıca'dan Türkçe'ye tercüme” ifadesi
kullandığı için eleştiriyordu. Dikkat edin, Sabir'in eleştirdiği insan, bugün
“Türkçe” adının kendisine inhisar ettirildiği Anadolu Türkçesini Osmanlıca,
Azerbaycan coğrafyasında konuşulan ağzı ise Türkçe olarak adlandırıyordu. Peki
ne oldu da, bugün “Türkçe”, “Türk” kavramları çoğunluk, hatta, en iyi bilmesi
gerekenler tarafından bile yalnızca Türkiye'ye mal edilir oldu?
Günümüzde
başta Türkiye olmak üzere, bütün Türklerin öncelikle çözümlemesi gereken sorunlardan
biri, bu kavram kargaşasıdır. Dünyada, böylesine coğrafyası, tarihi,
gelenekleri ve dili bir, bütün millet yoktur ki her bir şubesi ayrı bir adla
anılsın. Ve aslında hepsinin ortak adı olan Türk adı, yalnızca bir bölgede
yaşayanlara hasredilsin. Bakar mısınız şu kullanılışın iticiliği ve
sevimsizliğine: “Türkler ve Azeriler Ermenilere karşı birlikte hareket etti.”
Ya da Özbekistan'da, Türkmenistan'da “Türk berberi”, “Türk döneri”, “Türk iş
adamı”. Peki, orada yaşayan diğerleri kimdir? Allah aşkına bu kullanım kimin
yararınadır. Dışarıdan bakan bir yabancı, bu iki kavramın ifade ettiği
topluluğun aslında aynı milletin birer parçası olduğunu nereden bilecektir? Bu
kullanım, zaman içerisinde ayrı milli kimlikler şekillenmesine varıp çıkmayacak
mıdır? Bu kullanım, 1924 yılından beri uygulanan “Sovyet Milliyetler
Politikası”nın devam ettirilmesinden başka nedir?
Tabii
burada, Türkiye'nin bugün içine sokulduğu psikolojinin de önemli rolü olduğu
söylenebilir. Maalesef , “Türkiyeli” kavramı, iğdiş edilerek, Türkiye'de Türk
milliyetine karşı bir duruşun ifadesi, sembolü haline getirilmek isteniyor. Bu
ise, haklı bir tepki meydana getiriyor ve “Türk” sözünün anlamının daralması
bahasına, Türkiye'ye mahsus kılınmaya mecbur kılınıyor. Böylece, farklı
coğrafyalarda yaşayan Türkleri tanımlamadaki ciddi kavram karmaşası devam
ediyor. Öyle ya, bir Azerbaycanlı, Özbekistanlı ifadesinin karşılığı olarak “Türkiyeli”
demek gerekirken, birçok kez zorunlu olarak “Türk” kelimesi kullanmak
gerekmektedir. Bir de dil alışkanlıkları var. En beklemeyen kişiler bile,
rahatlıkla bu şekilde ifadeler kullanabilmektedir.
Burada
bir karar vermeliyiz: “Türk” yalnız bizsek mesele yok. Eğer diğerlerinin de
Türk olduğunu söylüyorsak, ortaya çıkan bu kavram kargaşasını halletmek
mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde orta ve uzak gelecekte, “Türk” yalnız biz
kalacağız, diğerleri Azeri, Özbek, Kırgız, Kazak, Türkmen, Tatar, Uygur vb.
adlı başka “milletler” olacaklardır. “Türkçe”, yalnız bizim “dilimiz” olacak,
karşımıza, “Azerice”, “Özbekçe”, “Kırgızca”, “Kazakça” “Tatarca”, “Uygurca”…
vb. diller çıkacaktır. Aman ha dikkat!
Zaman
Azerbaycan, 29.04.2006