Ana içeriğe atla

Kafkas İslâm Ordusu: Bir Kardeşlik Öyküsü

“Bu, aslında 15 Eylül’de yayınlanması gereken gecikmiş bir yazıdır. Ne var ki, geçirdiğim bir rahatsızlık dolayısıyla ancak imkân bulabildim.”
Rusya’da Bolşeviklerin 1917 Ekim Devrimi sonrası iktidarı ele geçirmelerinden Güney Kafkasya’da ciddi bir siyasal boşluk ortaya çıkmıştı. Bundan yararlanan Bakü Bolşevikleri bağımsızlıklarını ilan etmişler ve 31 Ekim 1917 tarihinde Stefan Şaumyan liderliğinde Bakü Sovyet Komünü (Hükümeti) kurulmuştu. Komün, asıl olarak Rus ve Ermeni üyelerden oluşuyordu. Çünkü 19. yüzyıl sonlarından itibaren Bakü önemli bir sanayi merkezi haline gelmiş, yaşanan göçler sonucu kentte ciddi bir işçi nüfusu meydana gelmişti.
Azerbaycan tarihinde “26’lar Konseyi” olarak da adlandırılan Şaumyan hükümetinin amacı, Bakü’yü Azerbaycan’dan ayırarak Sovyet Rusya ile birleşmekti. Sovyet Devrimi’nin liderleri de bu politikayı destekliyor ve Bakü’nün Azerbaycan’dan ayrı bir hukuksal statüye sahip olmasını istiyorlardı. Onlara Bakü’nün, tarihsel olarak Azerbaycan’ın bir parçası olması iddiasındaydılar. Stalin şöyle diyordu: “Bakü, Azerbaycan’ın bağrında büyümemiştir, bilakis… onun üzerine yama gibi eklenmiştir”. Şaumyan da Bakü’nün Azerbaycan Türklerinin eline geçmesinin Rusya’nın Transkafkasya’yı kaybetmesi demek olduğu görüşündeydi.
Kuşkusuz Bolşevik yöneticilerin bu tutumlarının temel nedeni Bakü’nün sahip olduğu petrol rezervleriydi.  Bakü petrollerini denetimleri altında tutabilmek onlar için hayati bir önem taşıyordu. Hatta Almanya bile, Bakü’nün Sovyetlerin elinde kalmasını destekliyordu ve kentin Sovyet Rusya’nın elinde kalması için Moskova’yla bir anlaşma da imzalamıştı.
Bu durum, Bakü’de yaşayan Ermenilerde ise, Rusya’ya dayanarak, Hazar kıyılarından Akdeniz’e uzanan topraklarda –denizden denize- “Büyük Ermenistan” kurma hayali uyandırmıştı. Bunun için de tek hedefe kilitlenmişlerdi: Azerbaycan Türklerini vatanlarından çıkarmak… Fazla da beklemediler ve “Mart Kırgınları” olarak tarihe geçecek olayları başlattılar.
1918 Mart ortalarından itibaren Bakü Bolşevikleri ile Ermeni Taşnaksütyun Partisine bağlı silahlı birlikler Azerbaycan Türklerine karşı harekete geçerek onların elindeki Lenkeran, Şamahı kentlerini ele geçirmişlerdi. Komün, zaten elinde tuttuğu Bakü’de de baskısını arttırmıştı. Sonunda 31 Mart 1918’de topyekün saldırıya geçmeye karar verdiler ve Türklere karşı ağır bir katliam başlatıldı.
Çatışmalar üç gün sürdü. Bilânço oldukça ağırdı. Şaumyan bile olaylarda üç bin kişinin hayatını kaybettiğini söylemek zorunda kaldı. Azerbaycanlılara göreyse 15 bin sivil Türk öldürülmüştü. Hayatta kalan Müslümanlar panik içinde kenti terk etmeye çalışıyorlardı. Bu, “kaç-kaç” olarak nitelendirilecek ve belleklere kazınacaktır. (İlginçtir, Çukurova’da da Ermeni zulmünden kaçışa da “kaç-kaç” denilmektedir. Aynı terim, Doğu Türkistan Uygur Türkçesinde de aynı anlamda kullanılmaktadır.)
Bakü’de yaşanan bu olaylar ilk bakışta yerel bir çatışma gibi görünse de etkileri büyük olur. Hatta Sovyet Rusya ve Türkiye’nin konumları itibariyle uluslararası bir nitelik kazanır. Osmanlı yönetimi, bu olay üzerine Azerbaycan’dan gelen yardım talebini daha çabuk değerlendirir ve Enver Paşa’nın üvey kardeşi Nuri Paşa’yı yardım için Azerbaycan’a gönderir.
Bu olayın da gösterdiği gibi, Türkiye’nin Azerbaycan’ın askerî yardım talebini kabul etmesinde emperyalist bir niyet yoktur. Amaç aynı din, dil ve kültüre sahip Güney Kafkasya Türklerini muhtemel bir katliamdan kurtarmaktır. Azerbaycan Türklerinin, varlıklarının devamı olarak gördükleri yardım talebi karşısında Osmanlı Devleti ilgisiz kalamamıştır.
Nuri Paşa, karargâhıyla birlikte, Tebriz ve Karabağ üzerinden 25 Mayıs 1918’de Gence’ye gitmiştir. Hiç zaman geçirmeden de  “Kafkas İslâm Ordusu” adıyla yeni bir ordu kurma hazırlıklarına başlayacaktır. Orduya bu adın verilmesinin başlıca nedeni yapılacak harekâtın işgal olarak değerlendirilmesinin önüne geçilmesi ve böylece kurulacak bağımsız Azerbaycan devletinin geleceğini teminat altına almaktır. Bunu nedenle, esas olarak Anadolu Türklerinden oluşturulan bu yeni orduya, “Osmanlı Ordusu” imajı verilmekten özenle kaçınılmıştır.
Öte yandan Nuri Paşa Gence’ye ayak bastığının ertesi günü bir başka önemli gelişme daha yaşanır. 28 Mayıs’ta “Azerbaycan Halk Cumhuriyeti”nin kuruluşu ilân edilir.
Bu arada, Kafkas İslâm Ordusu’nun kurulduğu haberinin duyulması üzerine, Bakü’yü ellerinde tutan Bakü Sovyeti’ne bağlı birlikler Gence’ye doğru harekete geçerler. Türk Ordusu henüz kuruluşunu tamamlayamadan iki ordu Haziran ortalarında Gence yakınlarındaki Karameryem bölgesinde karşı karşıya gelirler. Amansız bu ilk savaştan sonra Ermeni ve Rus birlikleri geri çekilerek Bakü’ye mevzilenirler. Asıl savaş da Bakü’nün kurtarılması uğruna yapılacaktır. Çünkü Bakü Sovyeti’nin yardımına, ideolojik düşmanları olan Beyaz Rus birlikleri ve İngilizler de koşacaklar, yorgun Kafkas İslâm Ordusu’na karşı saf tutacaklardır.
Sonunda, 15 Eylül 1918’de Bakü’yü ele geçirilir. İki gün sonra da Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Gence’den Bakü’ye taşınır ve Bakü, Azerbaycan’ın ebedî başkenti olur. İlk günden Bakü’nün kurtarılışına kadar olan savaşlar sırasında 1130 asker şehit düşer…
            Osmanlı Devleti’nin “Kafkas İslâm Ordusu” adıyla bir ordu oluşturarak yaptığı Kafkasya harekâtının çok önemli tarihsel ve siyasal sonuçları olmuştur. Öncelikle, bu harekât sonunda o zamana kadar coğrafî bir ad olan “Azerbaycan”, tarihinde ilk kez siyasal bir anlam kazanmış ve devlet adı olmuştur. Yine, o zamana kadar hukuksal sınırları belli olmayan “Azerbaycan”ın, bu harekâttan sonra sınırları da belirlenmiş ve bir ulus devlet olarak tarih sahnesine çıkması mümkün olmuştur.
Ancak, bütün bunlar Türkiye Türkleri açısından kardeşlik yardımlaşmasından başka bir anlama gelmemektedir. Nitekim dönemin Osmanlı basınında bunu çok açık şekilde gözlemlemek mümkündür. Aynı davranışı, Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşları sırasında Azerbaycan tarafında da görüyoruz.
Sanırım, iki ülke arasındaki dayanışmanın özünü, Neriman Nerimanov’un, yapılan parasal yardımlar karşısında kendisine teşekkür eden Mustafa Kemal’e verdiği şu karşılık da bulmak mümkün:
“Paşam, Türk milletinde bir anane vardır; kardeş kardeşe borç vermez, kardeş her durumda kardeşinin elinden tutar. Biz kardeş halklarız. Her zaman ve her şartta birbirimizin elinden tutacağız. Bugün yaptığımız, bir kardeşin yaptığından başka bir şey değildir.”

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid