Bu
yıl Çin Halk Cumhuriyeti, Xi Jinping
liderliğindeki ilk 1 Ekim gününü büyük törenlerle kutluyor. Çin’de komünist
yönetimin iş başına geçişinin yıl dönümü olan bu tarih Doğu Türkistan için ise
en koyu karanlıkların başlangıcı olacaktır.
1949
yılında, uzun mücadeleler sonrası Çan Kayşek (Chiang Kai-shek) yönetimini deviren Mao kuvvetleri, 1 Ekim’de
Çin’de yönetimi ele geçirirken, aynı zamanda Doğu Türkistan’a da uzanacak ve ülkeyi
işgal edecektir. Ve bu tarih, Doğu Türkistan’ın son işgal tarihi ve kanlı bir
asimilasyon döneminin başlangıcı olacaktır. Daha önceki dönemlerde şiddet ve
baskı yoluyla gerçekleştirilmeye başlanan Doğu Türkistan’ı Çinlileştirme
politikası bu tarihten itibaren sistemli ve aşamalı bir plana
dönüştürülecektir.
Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Türkistan’ı işgal
ettikten sonra, ilk olarak toplumun aydın kesimlerini ve halka önderlik
edebilecek kişileri çeşitli bahanelerle ortadan kaldırmakla işe başladı. Ardından en küçük yerel birimden başlayarak
kendisine itaat edecek zayıf insanları işbaşına getirmiş, bunlar yoluyla da
toplumun her katmanından özgürlük ve bağımsızlık yanlısı insanları tasfiye ve
yok etmiştir.
Yine ilk icraatlarından biri olarak, Doğu Türkistan
tarihi ve kültürüne ait tüm yapı ve simgeler ortadan kaldırılmış, -camiler
yıkılmış ya da kapatılmış, ibadetler yasaklanmış, kitap ve belgeler yok edilmiş-,
örf ve adetlerin yaşanmasına engel olunarak, Çin geleneklerine dayanan komünist
bir hayat tarzı dayatılmıştır.
Ardından, en son Doğu Türkistan Cumhuriyeti olan
ülkenin adını, yine başka bir 1 Ekim tarihinde, 1955, “Şincan Uygur Özerk
Bölgesi” olarak değiştirmiş ve hem kendi ülkesi hem de dünya kamuoyuna Şincan
(Xinjiang – Sinkang) olarak lanse etmiş ve bu adla bilinmesine büyük bir çaba
harcamıştır. Bu arada, Doğu Türkistan’ın içine Moğol, Hui, Kazak vs. özerk
bölgeler adıyla yeni idari birimler yerleştirilmiş ve gelecekteki bir
bağımsızlık durumunda iç çatışmaya yol açabilecek tohumlar ekmiştir.
Yine
1 Ekim 1949’daki işgalden sonra uygulanmaya başlanan asimilasyon
politikalarının başında Doğu Türkistan’a sistemli Çin nüfusu yerleştirme
gelmektedir. Bu bağlamda “tarım ordusu” adı altında on binlerce Çinlinin iskân
edilmesiyle başlayan bu uygulama, her geçen yıl artarak devam etmiştir. Öyle
ki, 1949’da yalnızca %3 olan Çinli nüfus, bugün, resmi rakamlara göre, %47-48’ler
ulaşmış durumdadır. Başlangıçta özellikle zengin yer altı maden yataklarının
bulunduğu yerlere yerleştirilmişler, altyapı ve sanayi yatırımları da bunların
bulunduğu yerlere yapılmıştır. Dolayısıyla yeni istihdam alanları Çinlilerle
doldurulmuş, Türkler kırsal kesimde ve yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm
edilmişlerdir.
Çin,
1949’dan sonraki dönemde Doğu Türkistan’ı bir nükleer deneme sahası da yapmıştır.
Lopnor bölgesinde yapılan onlarca yeraltı atom bombası denemesinin etkileri
bugün bile devam etmekte, hem ekolojik hem de beşeri olarak büyük tahribat
yaşanmaktadır.
Doğu
Türkistan’ı sistematik ve zamana yayarak eritme ve bir Çin toprağı haline
getirme politikasını sinsi ancak ısrarlı bir şekilde uygulamaya devam eden Çin
Halk Cumhuriyeti, özellikle 1990’lardan itibaren Uygur dil ve kültürünü de
ortadan kaldıracak yeni bir aşamayı başlatmıştır. Bu bağlamda, Uygur Türkçesi önce
yüksek ardından orta öğretimden kaldırılmış, ilköğretimde de bir anlamda ikinci
dil haline getirilmiştir.
Yine
son yıllarda, geçmişin ihtişamını yaşatan, binlerce yıl öncesine dayanan
bağımsız dönemlerinin mirası tarihî doku ve bu dokuyu koruyan şehirler yok
edilmeye başlanmıştır. Bunun en son örneği tarihî Kaşgar şehridir. Bugün bu
şehir tümüyle ortadan kaldırılmakta, halkı geçmişin özgür günlerine bağlayan
simgeler yok edilmektedir. İnsanlar, geleneklerinden koparılarak, “yeni Kaşgar”ın
Çinli göçmenlerle dolu yüksek katlı apartmanlarına yerleşmeye mecbur edilmekte
ve böylece kültürel devamlılığı yaşatma imkânları ellerinden alınmaktadır -hatta büyük ölçüde alınmış durumdadır-.
Zalim
ve zorbaca bir doğum kontrolü uygulanmaktadır. 7-8 hatta 9 aylık çocuklar, kota
dışı gerekçesiyle zorunlu kürtaja tabi tutulmakta, türlü yöntemlerle hem çocuk
hem de annenin ölümüne yol açılmaktadır. Bununla ilgili dehşet verici tanık
ifadeleri vardır ve bu yolla hayatını kaybeden annelerin sayısı son derece
yüksektir.
Asimilasyonun
kadın üzerinden daha etkili gerçekleştirileceğini gören Çinliler, bir başka
politika olarak da, genç kızları çalışmak üzere Çin’in sanayi bölgelerine zorla
götürmek, oralarda ise Çinlilerle evlenmeye zorlamaya başlamışlardır. Direnenler
ise -ki, pek çok Uygur kızı bunu kabul etmemekte, bunun yerine ölümü tercih
etmektedir- öldürülmeye varan baskılara maruz kalmaktadır. 2009 Urumçi
olaylarının başlangıcı da böyle bir olaya dayanmaktadır.
Yine son zamanlarda Çin’in
devlet politikası olduğundan kuşkulandığım bir olay yaşanmaktadır. Önce Tienanmen,
ardından Kunming’de sahnelenen bu olayda, Uygurlar hedef gösterilerek mal ve
mülklerine el konulmuş, pek çoğu tutuklanarak ortadan kaldırılmıştır.
Ardından,
aynı olaylar Doğu Türkistan’da yaşanmaya başlanmıştır. Köşeye sıkıştırılarak,
tahrik edilerek ya da çeşitli gerekçelerle insanlar sokaklara dökülmeye
itilmekte, ardından en küçük bir hak talebi bile en kanlı şekilde sonlandırılarak
Uygurların kitlesel olarak yok edilmesine çalışılmaktadır. Bunun için ağır
silahlar, insansız hava araçları ve hatta biyolojik-kimyasal silahlar bile
kullanılmakta, Yarkent’te olduğu gibi o bölge kadınıyla çocuğuyla, yaşlısıyla
genciyle tamamen haritadan silinmektedir.
Çin,
böyle bir makaleye sığmayacak kadar uzun anlatımlara ihtiyaç duyan pek çok
asimilasyon ve Doğu Türkistan’ı Türklerden arındırarak kendi toprağı haline
getirme politikasını uygulamış ve uygulamaktadır. Ancak son olarak, dünya
kamuoyunun gündemine gelmeyen son korkunç bir niyetinden söz etmek istiyorum. Bu
yılın Haziran ayında Urumçi’de meydana gelen bir olaydan sonra Çin Devlet
Başkanı Xi, Uygurları Doğu Türkistan’dan Çin’in çeşitli bölgelerine
nakletmekten söz etmiştir. Buna göre, Uygurlar gruplar halinde Çin içlerine
dağıtılacak ve oradaki nüfus içerisinde eritileceklerdir. Bu tam anlamıyla bir
soykırım niyetidir ama maalesef ciddi bir tepki görmemiştir.
Evet,
bütün bunlar 1949’un 1 Ekim günü başlamıştır. Çin, o günden beri sistemli bir
şekilde Doğu Türkistan’ı insanıyla, coğrafyasıyla soykırıma tabii tutmakta ve
bunu her geçen gün güçlendirerek, çeşitlendirerek sürdürmektedir.
Ancak
ne yaparsa yapsın başarılı olamayacaktır. Uygurlar, Doğu Türkistan Türkleri son
neferlerine kadar direnmeye, ayakta durmaya devam edecek, Çin’in başarılı
olmasını engelleyecektir. Çünkü onların kadim bir sloganları vardır: ALLAH BİZ
BİLEN…