Kısa Özgeçmişi
Üç
Efendilerin sonuncusu olan İsa Yusuf Alptekin, 17 Aralık 1995 günü Hakk’ın
rahmetine kavuştu. Ölümünün üzerinden 19 yıl geçti. Her geçen zaman, onun Doğu
Türkistan meselesindeki rolünü ve önemini daha da belirgin hale getiriyor. Bu
konuşmada İsa Alptekin’in Türkiye’nin siyasal hayatına etkileri üzerinde
durmak, ana başlıklarıyla bu konuyu anlatmak istiyorum. Çünkü Türkiye’deki mücadelesi onun ömrünün
yarısına denk gelir ve gerek Türkiye gerekse Doğu Türkistan Türkleri açısından
önemli bir mahiyet arz eder. Fakat daha önce kısaca onun biyografisine
değineceğim.
İsa
Yusuf Alptekin, 1901 yılında Doğu Türkistan’ın Kaşgar iline bağlı Yenihisar
kazasında dünyaya geldi. O dönemde
mahalle mektepleri ve Çin okulları dışında tahsil yapılabilecek bir yer
olmadığı için öğrenimini buralarda yaptı. 1926 yılında Özbekistan’ın Andican
şehrindeki Milliyetçi Çin Konsolosluğunda Türkçe tercüman olarak göreve başladı
ve yaklaşık altı yıl kadar bu görevini sürdürdü. 1932’de Çin’in başkenti
Nanking’e gitti. Oradayken Nanking’de yaşayan Türklerin meseleleriyle
ilgilenmek üzere “Vatandaşlar Cemiyeti” adında bir teşkilat kurdu. 1936’da Çin Millet Meclisi üyeliğine seçildi.
“Üç Efendi” beraberliğinin ilk adımlarının atılacağı bu dönemde, Mesut Baykozi
ve Mehmet Emin Buğra ile birlikte Çin Hükümeti’nce Doğu Türkistan Türkleri
lehinde kararlar alınabilmesi için mücadele verdiler.
Ardından
Doğu Türkistan’a dönen Alptekin, 29 Mayıs 1947’de ilân edilen Mesut Sabri
Baykozi başkanlığındaki yeni Eyalet Hükümetinde Genel Sekreterlik (Başbakanlık)
görevini üstlendi. 1949 yılında Kızıl
Çin işgali başlayınca ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ve Keşmir’e iltica etti.
Daha sonra 1954’te Türkiye’ye geldi ve vatandaşlığa geçti. Bu tarihten sonra
burada yoğun bir siyasi ve kültürel faaliyet yürütmeye başladı. 1960 yılında
Doğu Türkistan Göçmenler Derneği’ni, 1978 yılında da dönemin önde gelen
aydınları ile birlikte Doğu Türkistan Vakfı’nı kurdu. Ancak Vakıf, 12 Eylül
ihtilalından sonra faaliyetlerine devam edemedi ve faaliyetlerini askıya almak
durumunda kaldı.[1]
İsa
Yusuf Alptekin, bu dönemde de Doğu Türkistan için çalışmaktan geri durmadı.
1983 yılında, Doğu Türkistan Neşriyat Merkezini kurdu. Bu yayınevi yoluyla,
bizim de kurucuları arasında bulunduğumuz, üç aylık Türkçe, Arapça ve İngilizce
dillerinde yayınlanan Doğu Türkistan’ın Sesi dergisini çıkarmaya başladı.
Türkiye'nin Siyasal Hayatına
Etkileri
“Türk
Dünyasının büyük fikir adamı, 20. yüzyılın bağımsızlık mücahidi, Doğu Türkistan
Davasının yılmaz savunucusu, Türklük ve insanlık kahramanı.”
Ebulfez Elçibey
İsa
Yusuf Alptekin’in Türkiye’deki mücadelesinin iki önemli yüzü olduğu
söylenebilir. Bunlardan biri Türkiye’nin iç siyasetine bakar, diğeri Doğu
Türkistan merkez olmak üzere, Dış Türklere.
Türkiye’ye
dönük, odağında daha çok Türkiye bulunan faaliyetlerini de yine iki kısma
ayırabiliriz. Birincisi, doğrudan Türkiye’nin iç politikasını ilgilendiren, komünizme
karşı mücadele gibi konularda izlediği politika, ikincisi ise Türkiye’ye karşı
içte ve dışta sempati uyandırmaya yönelik, kendi ifadesiyle “Türkiyeperver”
tavır.
İsa
Bey’in komünizmle tanışması 1920’lerin ikinci yarısına kadar uzanır. Milliyetçi
Çin’in Özbekistan’daki temsilciliğine Türkçe tercüman olarak tayin olduğunda
gerek kendi yaşadıkları gerek oradaki Türk aydınlarından edindiği intibalar ve
gerekse de halkla temasları sonucu öğrendikleri onu, komünizmin dünya,
özellikle de Türk Dünyası için çok olumsuz ve tahrip edici bir fikir olduğu
kanaatine vardırır. Malumdur ki, İsa Beyin Batı Türkistan’da görev yaptığı
yıllar, Stalin’in Milliyetler Politikasını bütün zalimliği ile uygulamaya
başladığı ve o zamana kadar Türklerin bir “bütünlük” duygusu içinde ve iç içe
geçmiş bir şekilde yaşadığı Batı Türkistan’da, çeşitli boylardan “yeni
milliyetler” inşa etme eylemine giriştiği bir dönemdir. İhtilâlin ilk
yıllarında Türklere yönelik umut vaat edici bir politika izleyen Bolşevik
Ruslar iktidarlarını sağlamlaştırdıktan sonra gerçek niyetlerini ortaya koymaya
başlamışlardı.
Evet,
İsa Alptekin bir anti-komünistti aynı zamanda da halkını seven bir “milletperver”di.
İsa Beyin bu düşüncesinin oluşmasında Batı Türkistan’da tanıştığı Çolpan gibi
Türk aydınlarının yanında, henüz çocukluğunda tanık olduğu, Çinlilerin Türkleri
aşağılayıcı hareketlerinin de önemli etkisi olmuştur. Hatıralarında anlattığına
göre, Çinli yetkililer, hangi rütbe ve mevkide olursa olsun Müslüman bir Türkün
yanlarında oturmasına izin vermiyorlar, bir Türkün davetini kabul etmiyorlardı.
Hatta kaymakamlara adıyla hitap etmek yasaklanmış, sadece “darin” yani büyük adam
lakabıyla denilmesi mecburi kılınmıştı. Bu gibi aşağılayıcı ve küçük düşürücü
tavırlar, onun ruhunda derin akisler yapmış ve “öz yurdunda garip olma”nın
mahzunluğunu tâ o yaşlarda hissetmeye başlamıştır. Bu ise kendi milletini
sevmek ve Doğu Türkistanlıların kendi vatanlarında onurlu yaşayabilmesi için mücadele
yolunda İsa Bey’i kamçılamıştır. Kanaatimce İsa Alptekin’in sonraki yıllardaki
tutumunu bu perspektiften incelemek onu anlayabilme yolunda önemli ipuçları
verecektir.
İsa
Yusuf Alptekin burada görev yaptığı yıllar içerisinde, halkların eşitliği iddiası
ile ortaya çıkan komünizmin aslında, Çarlık dönemi Rus sömürgeciliğinin yeni
bir çehreye bürünmesi olduğunu görmüş ve komünizmin dünyaya yayılmasının
insanlık için büyük bir tehlike arz ettiği kanaatine varmıştı. Bu kanaati
1949’da Kızıl Çin’in Doğu Türkistan’ı istilası ve sonrasında yaşananlarla
birlikte iyice pekişmişti. Bunun için, İsa Yusuf Alptekin’in faaliyetlerini ve
politikalarını değerlendirirken, bu hususun göz önünde bulundurulması gerektiği
kanaatindeyim. Yine İsa Beyin Türkiye’ye geldikten sonra neden daha çok
milliyetçi ve anti-komünist çevrelerle birlikte hareket ettiğinin sebeplerinden
biri olarak da bu hususu sayabiliriz.
Öte
yandan İsa Bey’in Doğu Türkistan’ın kurtuluşu için izlediği en önemli
politikalardan birisi, basın yayın faaliyetlerine önem vermekti. Her fırsatta
gazete çıkarmaya, dergi çıkarmaya gayret eder, basın toplantıları, bültenler
yoluyla davasını kamuoyu önüne getirmeye çabalardı. Nitekim henüz Milliyetçi
Çin’in başkenti Nanking’de bulunduğu sıralarda bile, Doğu Türkistanlılar
arasında iletişim kurabilmek, Doğu Türkistan konusunu Çinlilerin nezdinde
gündeme getirebilmek için “Altay”, “Uruş Haberleri”, “Çinî Türkistan” gibi
dergiler çıkarttığını görmekteyiz.
Yine
1944 yılındaki istiklâl hareketlerinin ardından Doğu Türkistan’a döndükten
sonra da “Altay Neşriyatı” adı altında bir yayınevi kurmuş ve halkın milli
bilincini artırabilmek için yoğun bir basın-yayın faaliyetine girişmiştir.
Burada da yine yakın arkadaşlarıyla birlikte “Erk” adında bir gazete, “Altay”
adında bir mecmua çıkararak Türk milliyetçiliği düşüncesini Doğu Türkistan
Türkleri arasında yaymaya çaba göstermiştir. Öyle ki Ruslar’ın “Pantürkizm’in
merkezinin Ankara’dan Urumçi’ye taşındığı” yolundaki iddiaları “Üç Ependi”nin
faaliyetlerinin ne kadar başarılı olduğunun en önemli delili değil midir?
Diğer
yandan İsa Yusuf Alptekin’in Türkiye’ye geldiği 1954’te, ülke, İkinci Dünya
Savaşından güçlü bir devlet olarak çıkan Sovyetler Birliği’nin tehdidi altına
girmişti. Stalin, hemen Boğazlar ve Anadolu’nun doğusuyla ilgili taleplerde
bulunmaya başlamış, daha da önemlisi bunun yanı sıra, tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de ciddi bir komünizm sempatisi oluşmaya başlamıştı.
İsa
Beyin geldiği yıllarda aynı zamanda, Türkiye’de bir başka hareketlilik daha
vardı. Bu ise gerek yaklaşan ve gitgide artan komünizm tehlikesine karşı gerek
başta Kıbrıs olmak üzere izlenen dış siyasetin acziyeti karşısında, ülkenin her
tarafında seslerini yükseltmeye başlayan gençlik.
İsa
Bey Türkiye’ye geldiğinde karşılaştığı bu manzara karşısında hemen safını
seçmiş ve anti komünist cephede yer almıştır. Bu bağlamda her yerde komünizmin
iç yüzünü anlatmış, Komünizmle Mücadele Dernekleri vasıtasıyla Türkiye’nin dört
bir yanında komünizme karşı insanları uyarmaya çalışmıştır. Dönemin
tanıklarından biri olan Ayhan Katırcıoğlu bu hususu şu cümlelerle ifade eder:
“Milli
Türk Talebe Birliği Rasim Cinisli ve İsmail Kahraman’ın yönetimlerine geçince,
Dış Türkler Müdürlüğü’nün kurulmasına vesile oldu. MTTB’de Türk gençliğine Türk
dünyasının tanınmasına yardım etti. Hepimin için artık bir Doğu Türkistan
Davası vardı… Sonra İlhan Darendelioğlu ile birlikte Türkiye’ye karış karış
dolaştı. Türkiye Komünizmle Mücadele Derneklerinin davetlisi olarak adım
atmadığı toprak kalmadı.”
İsa
Beyin bu tavrı şöyle bir sonucun ortaya çıkmasına yol açmıştır: O günlerden
sonra artık, Türkiye’de ben Türkistanlıyım diyen herkes, aksi örnekleri de
olmasına rağmen, kategorik olarak anti komünist olarak tanımlanmış ve Türkistanlılık
komünizm karşıtlığı ile eş anlamlı hale gelmiştir.
İsa
Yusuf Alptekin’in Türkiye’deki mücadelesinin ikinci yönü ise tam anlamıyla bir “Türkiyeperverlik”tir.
İsa
Beyin bu sevgisi tüm Doğu Türkistanlılarda olduğu gibi henüz küçükken ortaya
çıkmıştı. 1939 yılındaki Türkiye ziyareti ile de iyice pekişmiştir. İsa Bey, o
günleri anlatırken Türkiye’de gördüğü yakınlığın ve burada yapılan Türklükle
ilgili çalışmaların kendisini nasıl etkilediğinden bahseder. Ve Türk Dünyasının
kaderinin Türkiye’ye bağlı olduğu kanaatine vardığını söyler. İlginçtir ki,
burada İsa Beyi en çok mutlu eden olaylardan birisi de Şükrü Saraçoğlu’nun Çin
Maslahatgüzarından “bu” diye söz etmesidir. İsa Beye göre bu tavır çok
önemliydi. Çünkü Doğu Türkistan’da bırakın bir Çinliye “bu” demeyi, Çinli
yetkililere adlarıyla hitap edilmesi bile yasaktı. Daha önce değindiğimiz gibi,
Çinlilere hitap ederken, yalnızca, “darin” yani büyük adam denilebilirdi.
Hatıralarında,
o günkü Türkiye intibalarından söz ederken, “Ağladım. Türkiye’nin
mükemmelliğini ve büyüklüğünü gördükçe her zaman gözümden yaş geliyordu.
İftihar ediyordum. Hiç olmazsa Türk olarak (yani) bizden, kuvvetli bir devlet
varmış diyordum” sözleriyle diyecektir.
İsa
Yusuf Alptekin’in 1954’te Türkiye’ye gelişinden sonra bu sevgi daha da artarak
varlığını sürdürmüştür. Türkiye, İsa Beyin gözünde “aziz” bir ülke, bütün dış
Türklerin “yegane istinatgahı”dır. Türkiye’nin güçlü ve müreffeh olması çok
önemlidir. Türkiye’ye yönelen her tehdit, İsa Beye göre, tüm Türklere yönelmiş
sayılır. Örneğin ASALA’nın Türk Dışişleri mensuplarına yönelik saldırılarının
yoğunlaşması üzerine yayınladığı bir bildiride sarf ettiği şu sözler onun
Türkiye sevdasını çarpıcı bir şekilde ortaya koyan örneklerden biridir:
“Dış Türk Kardeşlerime sesleniyorum!
Ermeni katilleri protesto eden
mitingler, yürüyüşler tertip etmeliyiz. Ermenileri destekleyen devletleri ve
milletleri şiddetle telin etmeliyiz…
İslam Dünyasına sesleniyorum!
Bir milyarı aşan İslam alemi; diniyle,
kiatbıyla, Rasulüyle bir bütündür. (Bu sebeple) birimizin dostu hepimizin
dostu, birimizin düşmanı hepimizin düşmanı olmadı idi… Fakat maalesef olmadı.
Olamıyor. Birimizin düşmanı maalesef diğerinin dostu oluyor. Ermeni caniler
masum Müslüman Türk kardeşlerimizi katlederken, İslam dünyası sessiz kalıyor,
sükut ediyor…
Ortadoğu’daki Müslüman devletler ve
milletler şunu bilmelidirler ki, bugün Türkiye Cumhuriyeti, dünya hakimiyeti
güden Rusya ile sizin aranızda yıkılmaz bir kale, aşılmaz bir settir. Evvel
Allah Türkiye sayesinde hür ve müstakil yaşama imkanına sahip bulunuyorsunuz…
Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcudiyeti, sizin de mevcudiyetiniz ve bekanızın
teminatı demektir.
Ermenileri destekleyen devletlere
sesleniyorum!
Şunu unutmayınız ki, esaret altında
olsalar bile yüz milyon Türk, Türkiye’ye yek vücut gibi bağlıdır. Onun zararına
olacak her hareket, bütün Türk dünyasını incitmiş olacak, ona yan bakanlar, yüz
milyon Dış Türkü yanında yanında
bulacaktır.
Bunları bütün dünyanın böyle bilmesini
istiyoruz.”
Öte
yandan İsa Bey, Doğu Türkistan ve Dış Türkler konusunda toplumda bir sempati ve
ilginin doğabilmesi için de bütün gücüyle çaba sarf ediyordu. Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki İsa
Yusuf Alptekin kendini yalnız Doğu Türkistan’ın değil, tüm Dış Türklerin
temsilcisi ve sesi görüyordu. Bu sebeple yaptığı her konuşmada sözü bir şekilde
Doğu Türkistan’a ve buradan başta Batı Türkistan olmak üzere Dış Türklere
getiriyor ve onların meselelerini anlatıyordu. Doğu Türkistan Vakfı’nın uzun
yıllar başkanlığını yapan Em. Gen. Mehmet
Rıza Bekin’in ifadesiyle, “ömrünün 70 yılını vatanının istiklali,
milletinin hürriyeti uğruna her türlü güçlüklere ve engellere rağmen yılmadan
mücadele ederek geçirmiş olan merhum İsa Yusuf Alptekin, Doğu Türkistan
Davasının bayraktarı olmuştur. O, hayatı boyunca milletine bağımsız ve hür bir
Doğu Türkistan fikrini telkin etmiştir.”
Diğer
yandan, İsa Yusuf Alptekin’in faaliyetleri o zamana kadar topluma egemen olan hayalî,
tarihte kalmış dış Türkler imajının ete kemiğe bürünmesini, Türk kamuoyunun büyük kısmının, olumlu ya da
olumsuz bir tavır şeklinde de olsa, yaşayan ve var olan bir Türk Dünyası olgusunu
kabul etmesinde önemli rol oynamıştır.
Yine
bu noktada Mehmet Emin Buğra ile birlikte, Türkiye’de deyim yerindeyse bir
“Doğu Türkistan diasporası” meydana getirmişlerdir. Denilebilir ki, bugün
Türkiye’de yaşayan Doğu Türkistanlıların ekseriyeti, burada bulunmalarını İsa
Bey’e borçludurlar. Böylece 14. yüzyılda Anadolu’ya Sultan Eratna’nın
öncülüğünde gelen Uygurlardan yaklaşık altı yüzyıl sonra, ikinci bir Doğu
Türkistanlı akını olmuştur.
Yine
İsa Yusuf Alptekin’in mücadeleleri sonucu, Doğu Türkistanlılık kimliği Türkiye
Türkleri arasında hiçbir meşruiyet krizine yol açmadan tanınır ve kabul edilir
bir kimlik haline gelmiştir.
İsa
Alptekin üzerine yazı yazanların ittifakla birleştikleri bir özelliği vardır:
Diplomat kişiliği. Gerçekten İsa Bey bir diplomasi ustasıydı. Doğu Türkistan’ın
kurtuluşu için diplomasinin önemli olduğuna inanır ve bunun bütün gereklerini
yerine getirmeye çalışırdı. Nitekim Doğu Türkistan davasını anlatabilmek için
dünyanın dört bir yanına seyahatlerde bulunmuş; Endonezya’dan ABD’ye, İngiltere’den
Somali’ye, Japonya’dan Suudi Arabistan’a kadar gidilmesi ve davanın anlatılması
gereken her yere gitmiştir.
Gittiği yerlerde devlet başkanlarından, kamuoyu
nezdinde etkili kişi ve kuruluşlara kadar pek çok kimseyle konuşmuş,
görüşmüştür. Bütün bunlarda tek derdi, tek meselesi vardı: Doğu Türkistan. Prof. Mim Kemal Öke’nin ifadesiyle, “Türk
dünyasının en “duayen” sefiri kebiriydi o… Türk Milleti, Anadolu’nun dışında
kendi dilini konuşanların olduğunu ondan öğrendi. Soydaşı, kandaşı, dindaşı
için ağlamasını da.” Bu yönüyle İsa Bey kadar gayretli, çalışkan ve davasına
inanmış, bütün yokluklara ve imkânsızlıklara rağmen meselesini daima ön planda
tutan kaç diplomat çıkar acaba?
“Davasında
fani olmuştu” diye yazmıştı Ahmet Taşgetiren, onun ardından kaleme aldığı bir
yazısında. “Doğu Türkistan’ı uzaktan yakından ilgilendiren bir şey hemen onu
harekete geçirir, oradan davasına bir katkı sağlayıp sağlayamayacağını
düşünürdü… Bir dava adamı idi… Bir davayı yüklenmek isteyenler onu
tanımalıdırlar.”
Gerçekten
İsa Bey şahsi işleri, kaygıları, dünyası olmayan bir insandı. Yanında birlikte
olduğumuz yıllar boyunca yakından şahit olduğumuz üzere, geçim derdi, aile
işleri, varlık-yokluk bir yana hayatının neredeyse tüm anlarını Doğu
Türkistan’a adamıştı. Doğu Türkistan’ı uzaktan yakından ilgilendiren her şey
onu harekete geçirir, tüm enerjisini oradan ülkesi için bir pay çıkarıp
çıkaramayacağına teksif ederdi. Her fırsatta Doğu Türkistan’ı gündeme getirir,
özel sohbetlerinde bile ana tema Doğu Türkistan olurdu. Denilebilir ki İsa Bey,
bütün varlığıyla birlikte davasına hemhal olmuş ve onunla “fani”liğe ulaşmıştı.
Evet,
İsa Beyi yakından tanıyan aydınlardan biri olan Sevinç Çokum’un ifadesiyle,
bundan 19 yıl önce -17 Aralık 1995’te- “Bir büyük insanı daha yitirdik.
Anayurdumuz Uluğ Türkistan’ın doğusundan gök renkli bayrak altında, o nazlı
hilali, o sönmez yıldızı taşıyarak gelmiş alpereni… Bu ülkenin insanlarına ve
dünyaya Çin zulmü altından inleyen toprağının sesini duyurmuş bir destan
kişisini… (İsa Yusuf Alptekin) bir ak çiçeği oradan yüreğiyle birlikte koparıp
bataklık çağındaki insanlığa sunarak geldi ve gitti…”
Elbette
İsa Bey gibi, ömrünün her anını davasına adamış bir insanı kısa bir süre içinde
anlatmak mümkün değil. Ama son söz olarak şunu söylemek istiyorum. Ömer
Öztürkmen Bey, Bekir Berk Bey merhumun, 1954 yılında Türkiye’ye geldiğinde İsa
Bey için “Bir abide indi uçaktan” dediğini nakleder. Evet, o bir abide gibi
geldi ve bir abide gibi gitti. Ama biz şuna inanıyoruz ki, onların açtıkları
yolda nice abideler yetişecektir. Ve onun tarafından tüm Türk dünyasına emanet
edilen, vasiyet bırakılan Doğu Türkistan, Allah’ın da izniyle bir gün mutlaka
istiklaline kavuşacaktır. Daha da ötesi, İsa Bey’in sözleriyle “Çin
parçalanacaktır”.
[1]
Doğu Türkistan Vakfı, 1986 yılında Em. Gen. Mehmet Rıza Bekin tarafından ihya
edildi ve onun başkanlığı döneminde Doğu Türkistanlıların muhaceret tarihinde
derin izler bırakacak pek çok faaliyet hayata geçirildi.