Ana içeriğe atla

KIRIM OLAYLARI ÜZERİNE

Rusya, bekleneni yaptı.  Ve Sovyetler Birliği dağıldıktan sonraki en büyük emellerinden biri olan Kırım’ı ilhak yolunda ilk adımı attı.
Kırım, Rusya için birçok bakımdan önemlidir.  Sıcak  denizlere çıkıştaki üssü durumundaki Kırım’ın Sivastopol limanında Rusya’nın önemli bir deniz gücü bulunmaktadır.
Kırım, Tatar Türklerinin 1944 sürgününden sonra Rus nüfus ile doldurulmuştu. Mustafa Cemiloğlu liderliğinde ve barışçı yöntemlerle, çok büyük zorluklar atlatarak, mahrumiyetlere katlanarak anavatanlarına dönüş yaptıklarında ise burada yerleşmiş olan Ruslarla karşı karşıya kaldılar. Bir gecede sürgüne gönderilen Türklerin evleri gasp edilmiş, topraklarına ve mülklerine el konulmuş olmasına karşın, dönüş yapanların yerleşimlerinde büyük engellemeler yapıldı, ev bulmalarını, toprak edinmelerinin önüne geçilmeye çalışıldı. Buna rağmen, sabırla ve metanetle kendi öz topraklarına yerleştiler ve yeni bir yaşantı inşa etme çabası başlattılar. Bunda, Kırım’ın Ukrayna’ya bağlı olmasının da nispi bir kolaylaştırıcı etkisi oldu.
Bugün Kırım Türkleri yeniden ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya gelmiştir. Özellikle dışarıya yansıyan, Ruslarla Tatarların karşı karşıya geldikleri haberleri muhtemel bir Rusya’ya iltihak durumunda burada yaşayan Türklerin yeni bir dramla karşılaşmasına yol açabilecek bir potansiyele sahiptir. Ruslar çıkarsa gidebilecekleri bir vatanları vardır ama Kırım Tatarlarının anavatanı burasıdır.
Bu nedenle, Türkiye’ye büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu sorumluluğun çeşitli boyutları bulunmaktadır. Öncelikle kendisi açısından stratejik açıdan çok önemli bir konumdadır.  Kırım’ın Rusya’ya ilhak edilmesi tarihin tekerrürüne yol açacak ve Türkiye’nin kuzeyden varlığına yönelebilecek tehdidi arttıracaktır.
Daha da önemlisi, Kırım Türkiye ile derin tarihi ve kardeşlik bağları olan bir vatan parçasıdır. Aynı soydan, inançtan yüzbinlerce insanın yaşadığı, tarihi mirasa sahip olduğu bir yerdir. Oraya ilgi göstermek kardeşliğin yanı sıra tarihin de bir mecburiyetidir.
Ve Türkiye’nin Kırım Türklerine destek vermesi bir vefa borcudur da aynı zamanda… Diğer dış Türkler gibi, Kırımlılar da Türkiye’nin zor zamanlarında yanında olmuşlar, kanlarıyla canlarıyla destek olmuşlardır. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nda bir çok Kırımlı Osmanlı Devleti saflarında gönüllü olarak cepheden cepheye koşmuştur. Çanakkale Şehitliği’nde yapılacak kısa bir gezinti bile bu gerçeğin anlaşılmasına yetecektir.
 Aynı şekilde Kurtuluş Savaşında da Kırım Türkleri Anadolu mücadelesine destek vermişlerdir. Topladığı yardımlarla, bizatihi orduya katılarak Milli Mücadele saflarında yer almışlardır. Örneğin, İzmir’e ilk giren subay Kırım asıllı Yüzbaşı Şerafettin’dir. Bu başarısında dolayı Buhara’dan gönderilen üç kılıçtan biri ona verilmiştir.

Bugün de Kırım Türkleri zor durumdadır. Ve destek sırası Türkiye Türklerindedir. İstenen de diplomatik destekten başka bir şey değildir. Onların hamisiz olmadığını, uluslararası camiaya göstermesidir yalnızca. Bu nedenle, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kiev ziyareti ve “Ülkenin asli sahibi Kırım Tatarlarıdır” sözü önemlidir. Beklenen, bu sözün arkasında durulması ve içinin doldurulmasıdır. Umut ediyoruz böyle de olacaktır. Hem Türkiye’nin çıkarları hem de zor durumdaki Kırım Türkleri için.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid