Ana içeriğe atla

Rusya, Yeniden mi?

(Bugüne Dünden Bakan Yazılar-I)

(Bu yazı  26 Kasım 2005 tarihinde “Zaman Azerbaycan” gazetesinde yayınlanmıştır)

Bölgemizde, Türkiye’nin yoğun iç gündemi ve odaklandığı Avrupa Birliği ile ilişkilerinden dolayı gözden kaçan ya da yeterince gündeme gelemeyen çok önemli gelişmeler baş veriyor. Bunların en dikkat çekicilerinden biri ise, Rusya’nın etkin bir güç olarak yeniden sivrilmeye başlamasıdır.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra onun yerine alelacele kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’nin yeterince fonksiyonel olamayacağı anlaşılınca, Rusya’nın Avrasya’daki eski şaşaalı günlerine bir daha geri dönemeyeceği değerlendirmeleri yapılmıştı. Ancak, geçen zaman ve Putin liderliğindeki Rusya’nın izlediği sabırlı siyaset tablonun yeniden eskiye dönebileceği sinyalleri vermeye başladı.
Rusya’nın geçen zaman içerisindeki en önemli kazancının cari stratejik gücünü ve partnerlerini iyi seçmesi olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, en önemli dış politika adımı, özellikle 1950’lerin ikinci yarısından itibaren gerilemeye başlayan, hatta çeşitli sınır ihtilaflarıyla çatışma noktasına gelen Çin ile olan ilişkilerini düzeltme çabaları oldu. Bunda, Rusya’nın artık Çin’in uluslararası bir aktör olma potansiyelini iyi okuması ve onunla çatışmaktansa, gücünden yararlanma politikasını benimsemesinin etkisi göz ardı edilemez. Bu işbirliğinin zirve noktası ise Şanghay İşbirliği Teşkilatı oldu. Başlangıçta Rusya, Çin ve üç Orta Asya ülkesi  (Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan)’ın katılımıyla kurulan bu örgüt, kısa bir müddet sonra Özbekistan’ı da bünyesine katmayı başardı. Bugün ise gözlemci sıfatıyla Moğolistan’dan İran’a ve Hindistan’a kadar geniş bir alanda hüsnü kabul görmüş vaziyettedir. Başlangıçta, Şanghay İşbirliği Teşkilatı ile ilgili yorumlarda, bu yolla Rusya’nın Çin’in gölgesinde kalmaya razı olduğu iddiaları seslendiriliyordu. Bugün ise, Rusya’nın bu yolla, Çin ile işbirliğinin yollarını açmanın yanında, Çin’in tarihi Batı’ya açılma stratejisinin bir parçası olan Orta Asya’ya nüfuz kurma mücadelesine taraf olmayı ve bu coğrafyalara yayılmasına “barışçıl bir engel” meydana getirmeyi amaçladığı görülmektedir.
Rusya uyguladığı çok yönlü politika yoluyla, Avrupa Birliği, özellikle Almanya ile de sıcak ilişkiler kurmayı başarabilmiştir. Böylece, Batı ile olan ilişkilerinde bir denge unsuru, çatışmayı sertleştirmeyi önleyen bir koridor oluşturan Rusya, Türkiye’nin içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi de iyi değerlendirerek, güney yönünde de belli bir açılım sağlamış oldu.
Diğer yandan Rusya, Ukrayna’dan Gürcistan’a geniş bir bölgede, “turuncu devrimlerle” siyasal etkinliğine veda etmiş görünüyordu. Ancak bu ülkelerde geçen zaman içerisinde halkın olağanüstü bir beklentiye sokulduğu demokrasi, müreffeh hayat, yolsuzlukların olmadığı bir ülke hayalleri kırılmaya başlayınca, Rusya ile ilişkiler yeniden konuşulmaya başlandı. Çünkü bu coğrafya üzerinde etkili olan iki önemli husus unutulmuştu. Birincisi, ekonomik olarak hala Rusya ile bağlarının devam etmesi, ikincisi ise, on yıllar süren Rus yönetiminin geride bıraktığı ve hala güçlü olan “entelektüel ve siyasi diaspora”nın varlığı.
Nihayet, Rusya fırsatı iyi değerlendirerek, Andican olaylarından sonra, Batı ile olan ilişkileri gerginleşen ve Amerikan üslerini ülkesinden çıkarma kararı alan Özbekistan’la ilişkilerini yeniden güçlendirme imkânı elde etti ve böylece Orta Asya’nın kalbine yeniden nüfuz etmenin kanallarını açmış oldu.

Elbette, bütün bunlar her şeyin olup bittiği, tamamlandığı anlamına gelmemektedir. Ancak, Rusya’nın Sovyet sonrası düştüğü durumdan hızla kurtulmaya başladığını göstermesi açısından önemlidir. Burada şüphesiz gelişmelere en çok dikkat etmesi gereken ülkelerden birinin Türkiye olduğu unutulmamalıdır.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid