Ana içeriğe atla

Bir Uygur Sanatçının Muhacerette Hüzünlü Vedası


Dün, 1 Ağustos 2014-Cuma, değerli sinema eleştirmeni-yazar İhsan Kabil aradı ve ilk olarak o haberdar etti Oğuzhan Tuğrul’un bu dünyaya veda ettiğini. Ardından @UygurHareketi adlı twitter hesabından cenaze namazının yerini ve vaktini öğrendim.
Oğuzhan Tuğrul’u, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri sırasında tanımıştım. Uygur Türklerinin insanlığa ve medeniyetin gelişmesine önemli katkılarından biri olan geleneksel kâğıt yapım sanatını tanıtmaya çalışıyordu. Ne var ki, çeşitli nedenlerle, bunu dilediğince gerçekleştiremedi.
En son yine İhsan Kabil’den rahatsızlandığını öğrenmiştim. Ve dün, mukadderat gerçekleşmiş, Tuğrul bu dünyaya veda etmişti.
Bugün, normalde başka bir etkinliğe katılmayı planlamışken, bu haber üzerine cenaze namazına gitmeye karar verdim. Eşimle birlikte Eyüp Sultan Camii’ne doğru yola çıktık.
Eyüp’e vardığımızda, öğle namazına az bir zaman kalmıştı. Ve camiye yaklaşmışken, sanki gök yarılmışçasına bir yağmur yağmaya başladı. Yaklaşık yarım saat yağışın durması ve ardından ortaya çıkan selin dinmesini beklemek zorunda kaldık bir saçak altında.
Musalla taşının bulunduğu avluya gidince, ilk hayal kırıklığını yaşadım. Tabutun başında ancak 8-10 kişi vardı. Vakit namazından sonra artar belki diye düşündüm. Maalesef, bir o kadar kişi daha katılmıştı yalnızca.
Bu tablo oldukça hüzünlendirdi beni. Türkiye’deki Uygur muhacereti olarak bir sanatçımıza, ebedi vedasında bile, sahip çıkamamıştık. Duyuyor gibiyim, okuyan Uygurların kendi kendilerine neler mırıldandıkları, ne gibi mazeretler ileri sürdüklerini. Hatta sanatçı kimliğinin zorunlu kıldığı ortamlarda bulunmasından dolayı eleştiriler bile getirildiğini. Ama unutulmaması gereken bir şey var. Kültürü yaşatma, tanıtma ve gelecek nesillere, tarihe aktarmada sanatçıların özel bir yeri vardır. Hem öyle zaman olur ki, siyaset diliyle anlatılamayan pek çok şey sanatın evrensel diliyle kolayla anlatılabilir ve uluslararası ilgi sağlanabilir.
İstanbul’un uzak bir köşesi olan Habipler’de toprağa verilen Oğuzhan Tuğrul’a Allah’tan rahmet diliyorum.
Özgeçmişi
Oğuzhan Tuğrul, 1949 yılında Doğu Türkistan’ın işgal edilmesiyle birlikte, vatandan ayrılmak zorunda kalmış bir ailenin çocuğuydu. 1955 yılında ailesinin yerleştiği Adapazarı’nda dünyaya geldi. Lise eğitimini Darüşşafaka’da aldıktan sonra, Kanada University of Manitoba’da çalışmalarda bulundu. Şi­li, Pe­ru, Mek­si­ka, Ba­ha­ma, Ka­nar­ya Ada­la­rı, Fas, İs­pan­ya, Fran­sa, İtal­ya ve Hol­lan­da gibi bir çok ülkeye Türk sa­na­tı­nın kö­ke­ni­ni araş­tır­mak ve tanıtmak ama­cıy­la ge­zi­ler­de bulun­du.
Uygur Türklerinin binlerce yıldır uygulaya geldikleri yöntemleri stilize ederek vitray-cam sanatına yeni boyutlar getirdi. Çok katmanlı-renkli camların kullanıldığı vitray çalışmalarında geliştirdiği asitle boyama tekniği sayesinde bu sanatın uygulanmasını kolaylaştırdı. Çünkü o zamana kadar Türkiye’de çok zor bulunması nedeniyle çok katmanlı-renkli camlarla çalışmak oldukça maliyetli bir uğraş durumundaydı.
Tuğrul, 1974 yılında Darüşşafaka Lisesinden sonra başladığı cam sanatı alanındaki çalışmalarına 1999’dan itibaren de, yine kadim Uygur kültüründen esinlendiği kâğıt yapımını ekledi. Böylece geleneksel Türk kâğıt, cam ve nakışlı alçı pencere sanatçılığının öncü isimlerinden biri oldu.
Hayatının en önemli amaçlarından biri olarak gördüğü bu sanatları yaşatmak ve tanıtmak için de büyük gayretler gösterdi. Gittiği her yerde Türkiye’nin yanı sıra Uygur Türklerinin tanınması için de çalıştı. Bu bağlamda; “Cam Ocağı”, “Türk Kültürüne Hizmet Vakfı”, “Hoca Ahmet Yesevi Vakfı”, “Washington DC Glass School”, “Society of American Mosaic Artists (SAMA)” ve “Universidad de Puerto Rico” gibi ulusal ve uluslararası birçok kurumda öğretici ders ve seminerler verdi. Çok sayıda araştırma ve bilimsel yayında bulundu, ulusal ve uluslararası sempozyumlarda bildiriler sundu. Birçok ülkede çalışmalarını sergileyerek bu kadim Uygur sanatlarının tanınmasına katkıda bulundu.

Oğuzhan Tuğrul, Türkiye’de dünyaya gelmesine rağmen Uygur Türkçesini de öğrenmişti. Yanı sıra İngilizce, Almanca, Fransızca ve İspanyolca da bilmekteydi.

Hakkında: http://www.turkiyegazetesi.com.tr/kultursanat/32359.aspx
               http://www.ekogundem.tv/kagithane-kagit-atolyesi.html

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid