(Gezi Yazısı)
Van
Gölü havzası, Selçuklu mirasını anlamak açısından en değerli bölgelerden biri… Çoğumuzun
kanaatlerinin aksine Selçuklu ile Anadolu’ya taşınan tarihi, sosyal ve kültürel
miras burada halen güçlü damarlar halinde varlığını sürdürüyor. Bunu keşfedebilmenin
tek yolu ise havzaya gelmek ve bu olguya bizzat tanık olabilmektir.
“Van
Gölü Havzası’nda Selçuklu İzleri” belgeseli için bölgeyi bir uçtan bir uca
dolaşırken, beni en çok heyecanlandıran şeylerden biri de bunu keşfetmek oldu.
Bu özelliğe sahip yörelerden biri de Adilcevaz…
Adilcevaz,
Van Gölü havzasının kuzeyinde Erciş ile Ahlat arasında yer alıyor. Göz alıcı
doğasının yanı sıra kadim bir tarihe de sahip…
Adilcevaz’a
Erciş üzerinden girenleri ilk karşılayan, karlı kaplı zirvesiyle Süphan Dağı oluyor.
Dağın eteklerindeki Aygır Gölü de doğal harikalardan birisi…
Ahlat üzerinden girildiğinde ise,
dikkatleri ilk çeken iki görkemli abide oluyor. Adilcevaz Kalesinin eteklerinde
yer alan Ulu Cami, Selçuklu mimari özelliklerine sahip bir yapı. Zal Paşa Camii
ise dönemin Anadolu Beylerbeyi Zal Mahmut Paşa tarafından 16. yüzyılın ikinci
yarısında inşa ettirilmiş. Şehrin içinden kalenin bulunduğu tepeye çıkarak hem
bu tarihî dokuyu hem de Van Gölü’nün eşsiz güzelliğini seyretmek mümkün.
İlgilenenler için, Adilcevaz’ın bir de limana sahip olduğunu belirtmek isterim.
Adilcevaz’ın
ilçe merkezi, başlı başına önemli bir yer. Stratejik konumu dolayısıyla Urartu
döneminden itibaren kesintisiz bir yerleşim yeri olmuş. Selçuklu yönetimine ise
Malazgirt Savaşı’ndan önce girmiş. Böylece Türkler, bu tarihî savaş öncesi önemli
bir mevzie sahip olmuş. Nitekim bu durum savaşın kaderine de doğrudan etki
etmiş.
Merkez
ve çevre köylerde yer alan tarihi mezarlık alanları da ilçenin zenginlikleri
arasında. Araştırmalarda Merkez Ortamahalle, Karaşeyh, Çanakyayla, Bahçedere
gibi alanlardaki mezar taşlarının Orta ve Batı Anadolu’daki Türkmen mezar taşı
geleneğiyle benzer özelliklere sahip olduğu da tespit edilmiş.
Adilcevaz,
Selçuklu ile Anadolu’ya taşınan izleri, yalnızca tarihî eserlerde değil, sosyal
ve kültürel hayatta da güçlü şekilde muhafaza etmiş bir belde. Bunu günlük
hayatın birçok alanında kolaylıkla görmek mümkün…
İlçede,
günümüz ile geleneksel içi içe varlığını sürdürüyor. Örneğin ilçenin
yamaçlarından birinde toplu konutlar dikkati çekerken, şehrin eski yerleşim yerinde
hȃlȃ yeşillikler içinde kendini gözden kaybettiren geleneksel evler mevcut. Bu
evlerin başlıca özelliği “hayat” denilen avlulara sahip olması... Azerbaycan’da
da aynı şekilde adlandırılan bu avlular aile bireylerinin rahat hareket
edebilecekleri bir genişlik ve ferahlığa sahip…
Adilcevaz,
ince kabuklu cevizleriyle de meşhur... Bundan dolayı yöre mutfağında cevizin
özel bir yeri var… Yine Azerbaycan’da “koz reçeli” adıyla yaygın olan ceviz
reçeli Adilcevaz’da da oldukça yaygın ve hatta ticari olarak da üretiliyor. Ben
de, Azerbaycan’da öğrendiğim şekilde, çayı ceviz reçeliyle içiyorum ve
olağanüstü bir tat veriyor…
Bu
tarihî ve beşerî yapısına rağmen, kimi uzmanların, Urartu geçmişi dolayısıyla
bu kenti “Urartu şehri” olarak tanıtmaya ve sunmaya çalışması da, oldukça
yadırgatıcı bir durum… Duyunca hayıflandım, doğrusu…
İlçe
sınırları içinde 19. Yüzyılda Osmanlı’ya sığınan Kafkasyalıların yaşadıkları
bir köy de var. Erciş yolu üzerinde bulunan Yolçatı adlı köy, yeşillikler
içinde kurulmuş ve halen önemli sayıda insan yaşıyor...
Adilcevaz,
Süphan ve Nemrut dağlarına tırmanmak isteyen dağcılar için de son derece merkezi
bir yerde bulunuyor. Her yıl, Süphan Doğa
Sporları Kulübü Başkanı Adem Gül rehberliğinde Süphan ve Nemrut dağlarına
kalabalıklar halinde tırmanış yapılıyor. Bu yıl da 30 Ağustos-1 Eylül tarihleri
arasında Süphan’a tırmanış gerçekleştirileceğini öğrendim.
Adilcevaz’da görmeden geçilmemesi
gereken yerlerden biri de baston ustası Cumali Birol’un atölyesi. Birol, büyük
bir özveriyle bu geleneksel zanaatı yaşatmaya çalışıyor… Bastonları, geleneksel
motiflerden ebruya rengarenk desenlerle beziyor, nakış gibi işliyor… Atölyenin
bir başka özelliği de, buraya uğrayanlara ikram edilmek üzere gün boyu közde kaynayan
semaver. Anayol kenarında bu hoş sohbet insanı dinlerken, demlenen nefis çayı
yudumluyor ve Van Gölü’nün serinliğini teneffüs etme imkȃnı buluyorsunuz.
Nasıl
gidilir sorusu içinse iki yol var. Birinci olarak, Bitlis’ten Ahlat’a yaklaşık
45 dakika, oradan da Adilcevaz’a 15 dakikada ulaşmak mümkün. Erciş üzerinden ise
yaklaşık 40 dakikalık bir uzaklığa sahip. Şehirde iki otel var. Daha çok
Cevizlibağ otelinde konaklanıyor. Izgara sevenler için bu otelin lokantasını
tavsiye ederim. Ev yemekleri tercih edenler içinse otelin hemen karşısında yer
alan Hanımeli lokantası bire bir. Lokantanın menüsü her gün yenileniyor.
Fiyatlar, hem otel hem de bu lokantada makul bir düzeyde.
Gezmeyi
sevenler, bir kez de olsa yollarını Adilcevaz’a düşürürlerse, tatil konsepti
içine giren her etkinliği bir arada yaşama fırsatı elde edecekler ve asla
pişman olmayacaklardır.