Ana içeriğe atla

Macar Hunları


               (Yazı, ilk olarak 2.4.2005 tarihinde Bakü'de yayınlanmıştır)
Geçenlerde gazetelerde bir haber vardı. Haberde, Macaristan parlamentosunun, Nisan ayında toplanarak ülkedeki Hunların azınlık olarak tanınma başvurusunu değerlendireceği bildiriliyordu. Yine haberden öğrendiğimize göre, 2400 kişinin ortak imzasıyla, Macaristan Merkez Seçim Komisyonuna müracaat edilmiş ve Hunların azınlık olarak tanınması istenmişti. Bu talep, Merkez Seçim Komisyonunca kabul edilmiş ve tasdik için parlamentoya sunulmuştu. Hunlar bu dilekçelerinde, kendi dil ve kültürlerine sahip bir azınlık olarak kabul edilmelerini talep ediyorlardı.
Bunun üzerine Macaristan’da bir tartışma başlamış, kimi kesimler bunu olumlu karşılarken, kimileri de karşı çıkıyorlarmış.
Bu bana, bir uluslararası toplantı için Macaristan’a giderken uçakta karşılaştığım bir halkbilimci profesörü hatırlattı. Bilindiği gibi, ülkenin başşehri Budapeşte, Tuna nehrinin ikiye ayırdığı Buda ve Peşte şehirlerinin birleşiminden geliyor. Sohbetimiz sırasında bu bilim adamı, Budapeşte adındaki Buda’nın Batı Hun İmparatoru Atilla’nın oğlunun adı olduğunu söylemişti. Ayrıca, halen Macar dilinde, tüm Türk dünyasında ortak kullanılan bazı kelimelerin hala var olduğunu yine ondan öğrenmiştim.
Bu seyahatim esnasında bana ilginç gelen bir başka husus da, bizlere dağıtılan ve Macaristan’la ilgili bilgiler veren turistik amaçlı kitapta, Osmanlı’nın Macaristan’ı zaptı “conquer-fetih” başlığıyla verilirken, mesela Almanların ülkeye girişi “invasion-işgal” olarak nitelendiriliyordu.
Bizlerin “Macaristan” olarak adlandırdığımız bu ülke, birçok Batı dilinde “Hungary” olarak bilinir. Yani Hun ülkesi… Hunlar da bilindiği gibi, Türklerin bilinen ilk imparatorluk kurmuş atalarıdır ve örneğin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kuruluşu, Hun İmparatorluğu döneminden başlatılır. Ayrıca, bu ülkede uzun yıllar “Turan” adlı bir dergi de yayınlanmıştır. Türkiye tarihçiliğinde de Macarlara karşı her zaman dostane bir üslubun hâkim olduğu görülür. Tarihi romanlara bakıldığında da, Macarlar hep “mert düşman”dırlar. Onlarla yapılan savaşlarda, hep iki “akraba” halkın karşı karşıya gelmesi yaklaşımı egemendir.
Bütün bunlara rağmen, Macaristan’da kendine Hun diyen bir topluluğun tanınma talebiyle ortaya çıkması somut bir gerçeği de ortaya koyuyor ki, artık tarihî bir kavram haline geldiği sanılan Hunlar, kendi öz adlarıyla varlıklarını devam ettiriyorlar.
Nitekim “Macaristan'da Hun Azınlığı Derneği” kurucusu Imre Joshua Novak, bu ülkede Hunların tarihinin çok eskiye dayandığını ve hali hazırda Macaristan'da on binlerce Hun'un yaşadığını söylemiş.
Hun din adamlarından Gyorgy Kisfaludy ise, Doğu Türkistan, Çin, Japonya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de Hunların bulunduğunu ve Macaristan'daki Hun Derneği'nin Doğu Türkistan, Çin, Bask, İtalyan ve İrlandalı Hunlarla temasa geçtiğini belirtmiş.
Bu gelişmeler, Türk dünyasındaki, var olan ama yeterince bilinmeyen bir halkanın daha tamamlanması anlamına gelmesi yönünden önemli. Hem de, tarihimizin derinliğinin de ortaya çıkması yönünden.

                                Zaman Azerbaycan,  02.04.2005 

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

Balasagun: Unutulan Karahanlı Başkenti

“Türk-İslâm tarihi siyasî olarak ne zaman başlar” diye bir soru sorulsa, cevabı muhakkak ki “Karahanlılar” olacaktır. Öyledir de. Türklerin ilk Müslüman devleti olan Karahanlılar İmparatorluğu, Selçuklu ve nihayet Osmanlı ile zirveye ulaşan büyük Türk-İslâm medeniyet yürüyüşünün başlangıcıdır; Karahanlılar, bu medeniyetin ilk halkası ve kurucu atasıdır.   Bugün her ne kadar tarih sahnesinden çekilmiş durumda olsa da, halen, geniş Türkistan (Orta Asya) coğrafyasının dört bir yanında geride bıraktıkları miras,   gelişip serpildikleri şehirler, sosyal, kültürel ve tarihî etkileri yaşamaya devam etmektedir. Bu büyük devletin ilk başkenti ise Balasagun'dur. Balasagun şehri, Kırgızistan'ın Doğu Türkistan (Kaşgar şehri) sınırında yer almaktadır. Bişkek’ten karayolu ile yaklaşık 1,5 saatlik bir mesafede olan şehir, bir zamanlar tarihî İpek Yolu’nun güzergâhı üzerinde bulunuyordu. Yüzyıllarca, kentin çevresini saran dağlar arasından geçen İpek Yolu’nu izleyen kervanlar, Balasagun