Ana içeriğe atla

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu


                                                                          
                                                                     (1929- 21 Ağustos 1992)
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, modern dönemin son büyük destan şairlerinden biri, bence, en başta gelenidir. Örneğin, Anadolu’nun vatan oluş destanı olan Malazgirt’i, daha onun kaleminden çıktığı kadar görkemli anlatılmamıştır. Buna benzer, daha birçok vermek mümkün… Lâkin o benim için öncelikle “Kaşgar’da Vakit” şairidir. Çünkü bu şiir, Doğu Türkistan Türklerinin dramını ve bu dramın nedenlerini edebi olduğu kadar yüreklere işleyecek bir derinlikte dile getirir.
Niyazi Ağabeyi, -kendisine böyle hitap ederdim- yakından tanımam Doğu Türkistan Neşriyat Merkezi’ndeki ortak mesai yıllarımızda oldu. İsa Yusuf Alptekin tarafından kurulan bu merkezin en başta gelen amaçlarından biri, o günlerde yazılı bir basın organından, sesini dünyaya duyuracak bir mecradan mahrum durumdaki Doğu Türkistan’ı tanıtmak, gelişmelerden kamuoyunu haberdar etmekti. Niyazi Ağabey derginin yazı işleri müdürlüğünü üstlenmişti. Biz de birkaç üniversiteli genç olarak ekibin içinde yer alıyorduk.
Türkiye’nin en büyük destan şairlerinden biri olan bu seçkin insanın, insani yönünü ve öğreticiliğini bu dört yıllık süre içinde yaşayarak öğrenme fırsatımız oldu. Bize, dergi hazırlamanın inceliklerini gösterirken, hayat tecrübelerini de en geniş şekilde paylaşıyordu. Oysa söz konusu dönemde ve hayatımızın sonraki yıllarında, kendini şair, edebiyatçı vb. sıfatlarla tanımlayan, öyle tanınan insanların nasıl mütekebbir olduklarına sıkça tanık olacaktık. Ama o bize alçak gönüllülük örneği oluyor, tevazu sahibi olmamızı salık veriyor, bilgisini en geniş şekilde paylaşıyordu. Bunları yaparken de güler yüzlülüğü elinden hiç bırakmıyor, bizi kırmaktan kaçınıyor, daha da önemlisi, yazmak için cesaretlendiriyordu. Yazılarımızı okuyor, kendimizi geliştirmemizi sağlayacak önerilerde bulunuyordu. O yaşlarda, dönemin büyük ve tanınmış imzalarının yanında kendi imzamıza yer bulabilmek bizim için hem onur, hem de şevk verici oluyordu.
Malazgirt Marşı şairi, milletin binlerce yıllık tarihinin çağdaş Dede Korkut’u bu büyük insan, şiirlerinde dile getirdiği ülkülerin sözde değil özde temsilcisiydi de aynı zamanda. O, Doğu Türkistan davasına katkıda bulunabilmek için, dönemin önde gelen dergi ve gazetelerindeki saygın görevlerinden ayrılmış, mütevazı bir derginin sorumluluğunu üstlenmiştir.
Onu en son, vefatından önce, hastalığı nedeniyle, yanılmıyorsam Ömer Kanat’la birlikte evinde ziyaret etmiştik. Hastalık nedeniyle oldukça zayıflamış ama heybet ve asaletinden bir şey kaybetmemişti. Buna karşın, nedendir bilinmez, bir hüzünle ayrılmıştık ziyaretten. Bir müddet sonra da bu ideal insan, Malazgirt Zaferini anlattığı şiirinin girişindeki dizelerde olduğu gibi, bir “aylardan Ağustos/günlerden Cuma” Hakk’a yürüyecekti.
“Kaşgar’da Vakit” şairini rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun.

                                           
                                  KAŞGAR’DA VAKİT

                          Derler ki güzellikte
                          Eşsizdir Van şehrimiz,
                          Buhâra “İlm-i Hadis”,
                          Kaşgar “Divan” şehrimiz
.

Yer sofralarında sessiz bekleyiş…
Kaşgar’dayız… bir Ramazan vaktidir.
Fergana düzüne çoktan indi gün…
İdgâh camiinde Ezan vaktidir..

Ezan’ın adı var, sedâsı tutsak..
Allahuekber’in nidâsı tutsak..
İbâdetler mevcut; edası tutsak…
Kanımın içine sızan vaktidir.

Sessizlik eritmiş demiri, tuncu..
Bilemiş yürekte mukaddes hıncı..
Yüzlerce görmedik iftar sevinci…
Bu an, ifritimin azan vaktidir.

Ne zamandır güneşlerim küsufca..
Er doğmuyor Satuk Buğra vasıfca..
Has hâcipler yetişmiyor Yusuf’ca…
İrfan tarlamızın hozan vaktidir.

Kutlu ocaklarda yanmıyor odum..
Bacalardan yüce tütmüyor dûdum..
Dil tahtımın şehin şahı Mahmûd’um!..
Türkistan’da Türk’ün hazân vaktidir.

              Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

Balasagun: Unutulan Karahanlı Başkenti

“Türk-İslâm tarihi siyasî olarak ne zaman başlar” diye bir soru sorulsa, cevabı muhakkak ki “Karahanlılar” olacaktır. Öyledir de. Türklerin ilk Müslüman devleti olan Karahanlılar İmparatorluğu, Selçuklu ve nihayet Osmanlı ile zirveye ulaşan büyük Türk-İslâm medeniyet yürüyüşünün başlangıcıdır; Karahanlılar, bu medeniyetin ilk halkası ve kurucu atasıdır.   Bugün her ne kadar tarih sahnesinden çekilmiş durumda olsa da, halen, geniş Türkistan (Orta Asya) coğrafyasının dört bir yanında geride bıraktıkları miras,   gelişip serpildikleri şehirler, sosyal, kültürel ve tarihî etkileri yaşamaya devam etmektedir. Bu büyük devletin ilk başkenti ise Balasagun'dur. Balasagun şehri, Kırgızistan'ın Doğu Türkistan (Kaşgar şehri) sınırında yer almaktadır. Bişkek’ten karayolu ile yaklaşık 1,5 saatlik bir mesafede olan şehir, bir zamanlar tarihî İpek Yolu’nun güzergâhı üzerinde bulunuyordu. Yüzyıllarca, kentin çevresini saran dağlar arasından geçen İpek Yolu’nu izleyen kervanlar, Balasagun