Türkiye’de,
uzun yıllardır, zaman zaman kendimin de içine yuvarlanabildiğim, tuhaf bir
anlayış dikkatimi çekiyor. Bu yanlışlığı kişisel sohbetlerimde, sosyal
ortamlarda da dile getirmeye çalışıyorum. O da, insanların kendilerini ve
başkalarını etnik olarak nasıl tanımladıklarıyla ilgili.
Birinci
olarak, kimi insanlar, soy ağaçlarına herhangi bir zamanda katılan farklı etnik
kökendeki bir ferdi, -büyük anne, baba anne, büyük teyze, büyük hala gibi- göz
önüne alarak kendini o etnik kökene ait görmekte ve öyle tanımlamaktadır. Oysa
soy ağacında, diğer tüm kişiler bu tanımlamanın dışında bir yerde bulunmakta
ama bu durum bir değer ifade etmemektedir. Bu, tüm diğer açmazlarının yanında “millet”
bilincini parçalayan bir durumdur ve yaygınlaşarak “millet”i atomize etme
riskine sahiptir. -Burada, insanların kendilerini istedikleri etnik kökene ait
hissetme özgürlüklerinin olmasından yana olduğumu altını da çizmek isterim.
Demek istediğim, hakikat böyle olmadığı halde, “zamanın ruhuyla” ortaya çıkan
tutumlardır.-
Bir
diğer tuhaf durum ise, bunun tam aksine, insanların kendi beyanlarına karşın
onları dışlama, söylemlerine reddiyeci bir yaklaşım gösterme, onları, “millet”in
dışında görme ve gösterme çabalarıdır.
Öncelikle,
şu düşüncemi paylaşmak isterim. Türk milletinin ve -aslında, sonradan inşa
edilmemiş, tarihte doğal bir yeri olan, tarihsel bir süreç içerisinde ortaya
çıkan her milletin- oluşumunda iki kanal vardır. Biri etnik yani doğuştan gelen
kanaldır ki, Türk milleti bu anlamda tarihin en eski ve kendi milli kimliğiyle
var olabilen nadir milletlerinden biridir ve Altaylardan Anadolu’ya Avrasya bozkırlarından
Afrika çöllerine kadar geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır.
Diğeri
ise kültürel kanaldır ki, başka topluluklarla, insanlarla etkileşim sonunda
kültürel anlamda dönüşmeleri ve kendilerini o millete mensup kabul etmeleridir.
Bu da, en az birinci kanal kadar önemlidir ve milleti oluşturan temel
dinamiklerden biridir. Daha doğrusu, milletlerin gücü ve yükselişleri bu ikinci
kanalı oluşturabilmeleriyle de çok yakından ilgilidir. Bu da en az birincisi
kadar yaygın bir coğrafyaya sahiptir. Bunun en canlı örneklerine bizzat kendim,
Etiyopya ve Sudan’da tanık oldum ve o siyahi insanların büyük bir övünçle “Türküm”
dediklerini gördüm. Balkanlarda da öyle değil mi?
Ne
var ki Türkiye’de garip bir anlayışın yaygınlaşmış olduğunu görüyoruz.
İnsanlar, çevresindeki diğer bireylerin, nasıl Türk olduğunu ortaya koymak
yerine niçin Türk olmadığını “ispatlamak” için yarışmaktadırlar adeta. Herkes
ırkçılığa karşı olduğunu söylemekte ancak en yakınındakini, kendine göre yaptığı
bir etnik köken arayışıyla, Türk olmanın dışına atmaktadır. Bu tutum, özellikle
de siyaset sahnesine çıkan aktörlerle ilgili son derece yaygın ve tehlikeli bir
hal almıştır. Bunun ışığında bugünkü siyasal liderlere bir bakın ve onlarla
ilgili söylentileri bir araştırın, “Türk” olan kimseyi bulamazsınız.
Oysa
hakikat bu mudur? Elbette değil! -Her insanın etnik kökenine bakmadan değerli
olduğunu bir yana kaydettikten sonra-, acaba niçin böyle bir algı oluşturulmaya
çalışılıyor diye düşünmek gerekmez mi? Bu milletin fertlerini, yöneticisi
konumuna gelenleri, açık kişisel beyanlarına karşın, milletin kendisinden ayırma
çabaları neye hizmet edebilir? Bunun altında, iddia edilenin tam tersine, “eğer
yükselmek istiyorsan kendini milletin dışında görmen gerekir” gibi bir algı
oluşturma gayreti olabilir mi ve bunu yaygınlaştırmak bu gayrete destek
anlamına gelebilir mi?
Öte
yandan bu bakış açısı ve yaklaşımlar, tarihin en kadim, güçlü ve tarih yapan
milletlerden biri olan Türklerin insan anlayışına da uygun düşmeyen bir
durumdur. Şayet böyle bakılmış olsaydı, övünülen tarihi geçmişten eser olmazdı.
Dolayısıyla,
insanların şecerelerindeki herhangi bir bireye göre kendilerini milletin
dışında gösterme anlayışında olduğu kadar, çeşitli iddia ve söylentilerle
insanları Türk milletinin dışına çıkarma gayretleri de doğru değildir. Aksine,
millet olma anlayışına zarar verici bir niteliği vardır. Bu nedenle, bu tip söylentiler
karşısında dikkatli olunmalı ve millet olma bilincini yıpratmaktan
kaçınılmalıdır. Aksi takdirde bize yalnızca şu soru kalır: Öyleyse kim Türk?