Ana içeriğe atla

Artan Japon – Çin Gerginliği ve Bölgesel Dengeler

Artan Japon – Çin Gerginliği ve Bölgesel Dengeler

Bir süreden beri, özellikle Çin kamu oyunda Japonya’ya karşı bir hareketin yükseldiğini görmekteyiz. İkinci Dünya Savaşı yılları eksenli olarak başlayan bu tavrın, gitgide bir Japon düşmanlığına çevrilme istidadı gösterdiği dikkat çekmektedir. Çin’de, Japon büyükelçiliğine saldırılar, şiddet boyutlarına varan sokak eylemleri gözle görülür bir şekilde yoğunlaşmıştır. Ancak, daha da önemli olan, Çin halkının bu davranışının resmi makamların politikaları ile örtüşmesidir. Çin yetkilileri, adeta bu hareketleri teşvik etmekte ve ilişkilerin gerginleşmesi politikası takip etmektedirler. Bunun son örneği de, savaş sırasında “seks köleliği” iddiasına Japon tarih kitaplarında yer verilmesi konusunda olmuş ve Çin, Japonya’ya karşı yine kışkırtıcı bir yöntem seçmiştir.
Bilindiği gibi, 19. yüzyıla kadar her iki devlet, izolasyonist yani içe kapanmacı bir siyaset takip etmişlerdir. Sömürgeci devletlerin bu ülkeleri dünya ticaretine açma çabaları ise oldukça kanlı olmuş ve bir çok savaşa yol açmıştır. Çin’deki Taipei Ayaklanması, Boxer Savaşı, Afyon Savaşları gibi.
Bu ortamda Japonya hızla bir modernleşme hareketi başlatmış; süratle inkişafını tamamlayarak 20. yüzyılın başlarında bir dünya devleti haline gelmiştir. Çin ise, uzun çatışma ve problemli bir dönüşüm yaşamış ancak, geçen yüzyılın sonlarında ekonomik bir büyüme yakalama imkanı bulmuştur. Kuşkusuz bunda, 20. yüzyılın Batı-Sovyet kamplaşmasının büyük rolü olmuştur. Batılı devletlerin Sovyetleri yalnızlaştırabilme adına, Çin’e sıcak yaklaşımları ve destekleri, bir süre sonra, kendileri için bir başka rakip ortaya çıkaracak şartların zeminini hazırlamıştır.
Bütün bunlara rağmen her iki ülke de kuşatılmış ülkelerdir. Evet Çin, etrafındaki çeşitli milletlerin topraklarını işgal yoluyla ülkesini genişletmiş ve dünyanın arazi bakımından en büyük ülkelerinden biri haline gelmişse de, yine de kuşatılmış bir haldedir. Bir taraftan, çeşitli işgaller ve nüfuz politikalarıyla etrafını batıdan da kuşatmaya çalışan ABD, bir taraftan büyük nüfusun ülke topraklarına yayılmasından endişelenen Rusya, Büyük Okyanus’a açılma yönünü tıkayan Japonya vb.
Ancak, bu kuşatılmışlık ve milli nüfusun küçük bir coğrafyada sıkışma problemi, asıl Japonların hayat sahalarını kısıtlayıcı bir rol oynamaktadır. Çin ve ABD arasında kalan bu adalar devleti, dar bir coğrafyaya sıkışmış vaziyettedir. Düşünün Türkiye’nin üçte biri kadar bir arazi, - o da volkanik dağlarla, deprem kuşaklarıyla örülmüş-, ve Türkiye’nin 2 katına yaklaşan bir nüfus.
Japonlar bu güç şartlara rağmen, özellikle 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği tecrübelerle dış politikasını barış ve ekonomi üzerine kurmuş vaziyettedir.
Sanırım, Çin ile Japonya arasında son zamanlarda yaşanan problemin bir yönü de, Çin’in bölge ülkelerine “Japon” korkusu vererek, bu ülkenin ekonomik pazarını eline geçirme düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Bu ise, Çinlilerin tarihi politikalarından birisidir ve güçlendiği her dönemde benzer yollara tevessül etmiştir. Görelim bundan sonra ne gibi gelişmeler olacak.

Abdulhamit Avşar
Zaman Azerbaycan, 18.06.2005

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid