Ana içeriğe atla

Kayseri'de Uygurlar

Kayseri'de Uygurlar
-Eratna Devleti’nden Günümüze-



Anadolunun, Selçuklular ile başlayıp Osmanlılarla devam eden ve –hatta- günümüze kadar uzanan tarihi boyunca Orta Asya Türkleri ile ilişkilerinin özel bir yeri vardır. Yüzyıllar boyunca, Oğuzlar başta olmak üzere, hemen hemen her Türk kavminden insanlar Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Denilebilir ki, Orta Asya Anadolu için bir tür beşeri kaynak rolü oynamıştır. Bu bağlamda, sayısal olarak daha az da olsalar, bugünkü Orta Asya coğrafyasından farklı bir çok Türk boyu da Anadolu’nun yeniden inşasında çeşitli katkılarda bulunmuşlardır. Öyle ki, bugün bile kendi boy ve coğrafya adlarıyla varlıklarını devam ettiren çeşitli Orta Asya Türkleri’nin izlerine rastlamak mümkündür. İznik’teki Selçuklular döneminden kalma Kırgız türbesi, daha sonraki yüzyıllara Anadolu’nun çeşitli bölgelerine dağılmış Özbek tekkeleri, Tarsus’taki Türkistan şehitliği gibi...[1] Fakat bunların arasında en dikkate değer olanı, şüphesiz Uygur Türkleri ve Kayseri coğrafyasının ilişkisidir.
En kadim Türk boylarından biri olan Uygurların Anadolu’daki varlıklarına en belirgin olarak 14. yüzyılın başlarında rastlıyoruz.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ve çöküşünden sonra, onun hakimiyeti altındaki yerler İlhanlı Devleti’nin eline geçmiş ve onun atadığı valilerce yönetilmeye başlanmıştı. Bunlardan birisi de, daha sonra kendi adıyla anılacak bir devlet kuracak olan Eratna Bey idi. Eratna’yı diğer İlhanlı valilerinden farklı kılan en belirgin vasfı ise onun bir Uygur Türkü olmasıydı.[2]
Cafer oğlu Eratna (Türkistan ağzında Ertene) önceleri İlhanlılar tarafından Anadolu umumi valiliğine getirilmişti. [3] Ancak bir süre sonra Ebu Said Bahadır Han’ın vefatı ile başlayan taht kavgaları üzerine, 1344 yılında bağımsızlığını ilan ederek Sultan adını almış, Alaeddin ünvanıyla kendi adına para bastırmış ve aşağı yukarı tüm Orta Anadolu’ya hakim olmuştur.[4] Devletin başkenti başlangıçta Sivas iken, daha sonra Kayseri olmuş ve devlet yıkılıncaya kadar böyle devam etmiştir.
Bu kısa yazıda amacım Eratna Devleti’ni tanıtmak olmadığından, bu dönemde yapılanlar üzerinde durmayacağım. Ancak, bölge halkı ile o günkü yöneticiler arasındaki ilişkilerin mahiyeti üzerinde kısaca durmak istiyorum. Çünkü bu belki, bir tarihi alt bilinç olarak, bugün Kayseri halkı ile oradaki Uygurların kaynaşmasını açıklayıcı bir unsur olabilir.
Sultan Eratna ve Eratnalılar Devleti üzerine çok ciddi ve aydınlatıcı çalışmalar yapmış olan değerli akademisyen Kemal Göde Bey’in de incelikle vurguladığı gibi; “Anadolu gibi Türkmen beylerinin yer yer istiklallerini ilan etmeye hazırlandıkları bir eyalette bir Uygur Türkü olan Emir Eratna’nın başarılı olması ne derece mümkün olmuş, ne derece Anadolu Türk insanı Eratna’ya itaat etmiş ve ne derece de Türkmen Beyleri üzerinde otorite kurabilmiştir?”[5] Gerçi sayın Göde Hocamız bu soruya gerekli cevapları veriyor ama, önde gelen tarih bilginlerinden Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’dan yapılacak kısa bir alıntının da oldukça açıklayıcı olacağı düşünülebilir:
“Emir Ertene, ...valiiumumiler arasında en parlak şahsiyettir. Kendisi Uygur olduğu gibi, etrafında da Uygurları toplamıştı. MUHAMMED IBN ALİ ŞEBANGARE onun hakkında: ‘Emir Ertene, Ebu Sa’id Han’ın yarlığıyla Rum vilayetleri idaresine memur edilmişti. Ebu-Sa’id Han’ın vefatından sonra dahi o, memleketi, adaletle idare edip, ma’mur etti. ...Bu hususta o kadar ileri gitti ki, Rum (Anadolu) memleketinin ahalisi ona Köse-Peygamber demiştir, ve iyi nam bırakarak Allah’ın rahmetine erişti”. Muasırlarından Halepli NUREDDİN HASAN: “Ertana adil, tebaası arasında muhterem, vakur, azim sahibi, cesur ve mükerrem olup, herkes hakkında mültefit ve mütevazı idi” diyor. Mısırlı SALAHADİN SAFADİ de onun mütedeyyin, hayırseven, temiz ve perhizkar, ilim ve fazilet ehilleriyle sohbetten doymaz ve fazilet sahibi olduğundan bahsetmiştir.”[6]
Ünlü seyyah İBN BATUTA da, Anadolu izlenimlerini aktarırken misafiri olduğu Emir Ertana’dan övgüyle söz etmiş, kendisiyle Arapça konuştuğundan ve faziletinden bahsetmiştir.[7]*
Yine, Eratna Devleti’nin kurulmasından hemen önce Memlük Türk hükümdarının Sultan Eratna’ya göndediği mektuptaki ifadeler üzerinde duran Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı da, o dönemde, Sultan Eratna’ya diğer valilere göre daha fazla bir önem verildiğinin ve üstte tutulduğunun altını çizer.[8]
Sultan Eratna 1352’de Kayseri’de vefat etmiş ve Gültepe mahallesindeki Köşk Medresesi olarak bilinen yerin avlusuna defnedilmiştir. Eratna Devleti ise 1381 yılında, daha önce devlete naiblik eden Kadı Burhanettin Ahmed’in tahtı ele geçirmesiyle sona ermiştir.
Kayseri başta olmak üzere Sivas, Niğde, Tokat, Amasya, Erzincan, Doğu Karahisar, Niksar, Canik, Develi karahisar gibi tanınmış bölgeler üzerinde yarım asır hüküm süren Eratna Devleti, adil ve halka karşı müşfik yönetiminin yanı sıra hakim olduğu yerlerin imarına da büyük önem vermişti. Nitekim bugün bile, Kayseri, Sivas, Tokat ve civarında günümüze kadar ayakta kalabilmiş çeşitli eserler hala mevcuttur.
Tarihin bir cilvesi olarak, bu devletin tarih sahnesinden çekilmesinden yaklaşık altı asır sonra, ilkin 1950’lerde, akabinde 1960’larda (1965 ve 1967’de iki büyük kafile olarak), Uygurların bugünkü anayurtları Doğu Türkistan’dan gelen göçmenler yine Kayseri’ye yerleştirilmişlerdir. Tarihler, Eratna Devleti zamanında Anadolu’ya yerleşen Uygurların sayısından söz etmez ama, bugün Kayseri’de yaklaşık 1000 kişilik bir Uygur topluluğu bulunmaktadır. Sanki oranın yerlisi gibi yaşamakta ve Doğu Türkistanlı olmanın yanı sıra, kendilerini Kayserili olarak tanımlamaktadırlar. Yani Kayserililik onların ikinci kimliği olmuştur. Bunu özellikle Kayseri dışında yaşayan, Kayseri kökenli Uygurlarda açıkça gözlemlemek mümkündür. Kuşkusuz bunda Kayseri halkının kendilerine gösterdiği büyük misafirperverlik ve Doğu Türkistan meselesine sempatinin önemli payı vardır. Ama bunun yanı sıra, insanın aklına Kayseri merkezli bir devlet kurmuş olan atalarının yattığı topraklarda bulunmanın manevi etkisinin rolünün olup olmayacağı da gelmiyor değil. Hem bu husus iki yönlü değil mi?
Abdulhamit AVŞAR

[1] Bu konuda farklı bir araştırma için bk. Cemal Kurnaz (haz.), Anadolu’da Orta Asyalı Şairler, Ankara: Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri, 1997.
[2] Eratna,’nın menşei ile ilgili olarak tafsilatlı bir araştırma için bk. Kemal Göde, Sultan Alaeddin Eratna, Ankara: Kültür Bakanlığı Türk Büyükleri Serisi, 1990.
[3]Daha Cengiz Han döneminden itibaren Uygur Türkleri Moğol Devletleri içerisinde kuvvetli bir unsur olarak yer almış ve önemli devlet işlerini görevlerinde bulunmuşlardır. Çünkü, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun sözleriyle, “... IX. yüzyıldan bu yana, kültür geleneği kuran Uygur Türkleri, XIII. yüzyılda geniş Orta Asya Türk-Moğol halklarının kültür terbiyecisi derecesine ulaşmış idiler.” Bk. Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1993, s.V.
[4] Erdoğan Merçil, Müslüman –Türk Devletleri Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1993, s.294.
[5] Göde, a.g.e., s.17.
[6] A. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, 3. Baskı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1981, s.247-248.
[7]İbn Batuta’nın bu konudaki iintibaları için bk. Muhammed Et-Tanci, İbni Batuta Seyahatnamesi (Tuhfetu’n-Nuzzar fi Garaibi’l-Emsar), Sadeleştiren Mümin Çevik, C. I-II, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1983, s.201-205.
[8] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, 4. Baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s. 156.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid