Ana içeriğe atla

Hınalık (Xınalık) Köyünü Ziyaret

Hınalık (Xınalık) Köyünü Ziyaret

Ne zamandır sizlere, Azerbaycan’ın son derece ilginç bir yöresi olan Hınalık’tan söz etmek, oraya yaptığım seyahat izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Ama ne var ki, Türk dünyasını ilgilendiren gelişmeler o kadar hızlı cerayan ediyor ki, bunu sürekli ertelemek mecburiyetinde kaldım. Hiç olmazsa Ramazan Bayramını karşılamaya başladığımız bu günde bunu gerçekleştireyim istiyorum.
Hınalık köyü Azerbaycan’ın kuzeyinde Dağıstan bölgesine yakın bir yerde bulunuyor. Bu köyü görmek isteme sebebim ise, burada dünyada benzeri olmayan, özel bir dilin konuşulduğu bilgisi.
Köye, Kuba şehri üzerinden gidiliyor. Kuba’ya uzaklığı 56 km. Ancak, dağlara doğru bir seyahat yapılacağı ve yolun özelliğinden dolayı 2,5 – 3 saat kadar sürüyor yolculuk. Eskiden toprak olan yol, biz gittiğimizde büyük ölçüde asfaltlanmıştı. Sonraki günlerde eksik kalan kısmı da tamamlandı. Ancak, yine de yer yer uçurum kenarlarından geçtiği için dikkatli gitmek gerekiyor. Kuba’nın sayfiye yerlerinden olan Geçreş üzerinden gitmek gerekiyor Hınalık’a varmak için. Yol boyu tabiat örtüsü gitgide değişiyor ve sonunda 2500 metreye yerleşen köye ulaşılıyor.
Hınalık dilinin cümle kuruluşu Türkçe’nin aynısı. Ancak, kelimeleri farklı. Bugün de kullanılan bir çok Türkçe kelime var, belli bir oranda Arapça kelime de dikkat çekiyor. Ancak, bir olayı unutamayacağım. Köyün ileri gelenlerinden birine, dilinizde Farsça kelimeler de olmalı dediğimde çok sert bir tepki vererek, “Dilimizde tek bir Farsça kelime bile yoktur” dedi. Bunu, Fars kültürüne tepkisi sebebiyle mi söyledi yoksa, hakikaten mi yok! Aslında araştırılması gereken bir husus.
Hınalıklıların menşei ile ilgili görüşlerden biri, bu insanların kadim Türklerin bakiyeleri olduğu görüşü. Buna göre, soyları milattan önceki yıllarda Kafkas bölgesine gelen Hun kabilelerine dayanıyor. Burada, uzun yüzyıllar yüksek dağlar arasında kapalı bir hayat sürdükleri için, diğer Türk boylarından ayrılmışlar. Bu sebeple köyün adının Türkçe “kına”dan geldiğini söyleyenler olduğu gibi, “Hun” sözünden geldiğini ileri sürenler de bulunmakta.
Köyde Hınalık dili konuşamayan kimse yok. Yediden yetmişe herkes bu dili çok iyi biliyor. Günlük hayatta hakim olan dil de Hınalık dili. Çocuklar okul çağına gelene kadar, onlarla yalnızca Hınalık dili ile konuşuluyor. Çocuklar ancak okul çağına geldiklerinde Azerbaycan Türkçesini öğrenmeye başlıyorlar.
Hınalık köyünün kadimliği, köyün yamacında yer alan büyük mezarlığa bakınca da hemen anlaşılabiliyor. Bugün pek çoğu toprağa gömülmüş ve taşları harap olmuş olan mezarlıkta binlerce kabir bulunuyor.
Hınalık Köyü’nün bir başka dikkat çekici özelliği ise, köyün müzesi. Burası özel bir müze. Köyün kadim ailelerinden biri olan Cabbaroğulları tarafından yapılmış. Müzede yüzlerce el yazma eser bulunuyor. Ancak bunların bir çoğu, Sovyetler Birliği döneminde toprağın altına, duvarların arasına saklandığı için harap olmuş. Eserlerin bir önemli özelliği de, pek çoğunun İstanbul’dan gelmiş olması. Çünkü, o dönemler burası bir kültür merkeziymiş ve Osmanlı Türkiyesi ile çok yakın irtibatı varmış.
Hınalık köyünün İstanbul’la irtibatını en iyi gösteren belgelerden birisi de, artık Türkiye’de bile nadir bulunan Osmanlı padişahlarına ve devlet adamlarına ait fotoğraflar. Bunların arasında 2. Abdulhamit’ten Sultan Reşad’a, Enver Paşa’dan Mahmut Celaleddin Paşa’ya çeşitli şahsiyetlerin portreleri var. Köye, hac dönüşü İstanbul üzerinden gelen bir aile büyüğü tarafından getirilmiş. Bilindiği gibi o zamanlar, özellikle Türk coğrafyalarında hakim olan anlayış gereği, hacca gidenler muhakkak İstanbul’u da ziyaret ederlerdi.
Hınalık’ta dile getirilecek daha pek çok ilginç husus var. Araştıranlar için, eminiz ki Kafkaslardaki bir çok yer gibi burada da ortaya çıkarılabilecek bir çok yitik bilgi bulunacaktır.

Abdulhamit Avşar
Zaman Azerbaycan, 21.10.2006

Yorumlar

Adsız dedi ki…
keşke fotoğrafta koysaydınız

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid