Ana içeriğe atla

Tienenman’dan 16 Yıl Sonra

Tienenman’dan 16 Yıl Sonra

“Kalbimizin yarısı burdaysa yarısı Çin’dedir
Ama Sarı Nehre doğru akanların değil
Tienenman alanında ezilenlerin içindedir”
Zülfü Livaneli’nin seslendirdiği “Asya/Afrika” şiirinden


4 Haziran günü, 1989’da gerçekleşen ve dünyayı sarsan Tienenman olaylarının 16. yıldönümüydü. (Bu özgürlük çağrısı yapan öğrenciler arasında Pekin’de öğrenim gören önemli sayıda Uygur Türkleri de vardı. Örneğin, hareketin liderlerinden birisi, Örkeş Nur Muhammet Devleti adlı bir Uygur öğrenciydi.) Bu yıl, bazı küçük ayrıntılar ve “dipnot”lar dışında pek hatırlayan olmadı. Halbuki bu, Çin’in olduğu gibi, dünya tarihinin de en önemli hürriyet taleplerinden biriydi ve çok kanlı bir şekilde bastırılmasına rağmen, arkasında unutulmayacak izler bırakarak sona erdi. Şüphesiz, tek başına tankların karşısına dikilen genç öğrencinin fotoğrafı bile tek başına Tienenman’ın sembolü olarak hafızalardan silinmeyecek bir hadisedir.
Bu olaylar, onlarca yıl süren ve Çin halkını derin yoksulluk ve sefalete sürükleyen, onları nefes alma imkanından mahrum eden rejime yönelik bir başkaldırıydı. Ancak, geçenlerde internette rastladığım bir haber hadisenin farklı bir boyutunu da gözler önüne seriyordu. “World Missions Today” adlı bir internet sitesinin iddiasına göre, Tienenman olaylarından sonra, Çinli üniversite öğrencilerinin % 10’u Hıristiyanlığı seçmiş ve bu din yalnızca köylüler değil, eğitimli insanlar arasında da hızla yayılmaya başlamış.
Elbette bu, dünyanın yeni güçler dengesi açısından son derece önemli bir gelişmedir. Bilindiği gibi, dışarıdan yeknesak, bir bütün olarak görülse de, aslında Çin sanıldığından çok daha parçalı bir yapıya sahiptir. Resmi söylemlerdeki % 95’leri bulan Han nüfusu iddialarına rağmen, Çin’in etnik yapısı çok daha karmaşıktır. En bariz örnek, ülkenin başşehri Pekin tarihen bir Mançur şehridir ve daha 20. yüzyılın başlarına kadar Mançur bir hanedan Çin’e hakimdir.. Bilindiği gibi Mançurlar, Ural-Altay dil grubundan bir halktır ve Çinlilerle etnik bir yakınlıkları yoktur. Bugünkü Kansu eyaleti merkezli bir devlet kuran ve Çin’e orta çağ boyunca hükmeden Şato hanedanının da Türk olduğu tarihçilerce malumdur. Yine, 17. asırda Çin’e giden meşhur seyyah İbni Batuta, o zamanlar bu ülkeyi yöneten hükümdarın adının “Kubilay Han” olduğunu kaydeder. Çin’in güney bölgeleri de homojen bir etnik yapıya sahip değildir. Pek çok “kanton” olarak adlandırılan eyalet, birbirini dil olarak anlamaz vaziyettedir. Bunları “mandarin” diliyle anlaştırma çabaları da henüz tam anlamıyla başarılmış değildir.
Bunun dışında, özellikle Doğu Türkistan ile merkezi Çin arasındaki bölgelerde daha yoğun olarak yaşayan, önemli bir Türk olmayan Müslüman nüfusu (Tunganlar-Huiler) vardır. Güney bölgelerinde de ciddi bir Çinli olmayan nüfus vardır ve sınır anlaşmazlığı sebebiyle, 1970’lerde Çin’in Hindistan ve Kamboçya ile çatışma noktasına gelindiği de bilinmektedir. Bunların dışında, Çin’in resmen deklare ettiği 56 milliyet bulunmaktadır. Gerçi, resmi kayıtlara göre, Han nüfus dışındaki milliyetlerin nüfusları birkaç milyon ile birkaç bin arasında değişmektedir. Ancak, bunun böyle olmadığını Çinliler en iyi kendileri bilmektedirler. Şüphesiz bu etnik görünüm, uluslar arası arenada yeni süper güç adayı olan Çin’in en zayıf karnıdır. Ve bu yönüyle, pek uzak olmayan bir zamanda, bu ülkenin parçalanabileceği ya da en azından ekonomik çıkarlarla birbirlerine bağlı düzinelerce bölge ve ülkeden oluşan bir konfederasyon haline gelebileceği yorumları artık sıklıkla rastlanan değerlendirmeler olmaya başlamıştır.
Artık içinde bulunduğumuz yüzyılda Çin’de yalnız biraz daha özgürlük talebiyle meydanlara dökülen milyonların yanında, başka tür taleblerin de ortaya çıkması kaçınılmaz görülmektedir. Bu sebeple Çin, dünyada neredeyse tek demir perde ülkesi olmaktan çıkmak zorundadır. Aksi takdirde demir perdenin yırtılması da, kendi kadar ağır olmaya mahkumdur.

Abdulhamit Avşar
Zaman Azerbaycan, 11.06.2005

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid