Ana içeriğe atla

Ceyhun ile Ceyhan arasındaki yeni nehir : BTC

Ceyhun ile Ceyhan arasındaki yeni nehir : BTC


Önce hepinizi saygıyla selamlar, böylesine önemli bir sempozyumu düzenlediği için sayın Başkana minnettarlığımı sunmak isterim.
Sempozyumun adını ilk duyduğumda içimde büyük bir heyecan uyandı. Çünkü, yıllardır özlemini duyduğum ve niçin ikisini bir araya getiren bir proje ortaya konmuyor diye hayıflandığım bir adı vardı: Ceyhun’dan Ceyhan’a. Aslında hepinizin bildiği gibi Ceyhan Ceyhun demekti. Türkistan’dan Türkler akıp gelirken Ceyhun ve Seyhun da onların ardından akmaya başlamış ve bir Türk denizi olduğu zamanları da gördüğümüz Akdeniz’e Ceyhan ve Seyhan olarak dökülmeye başlamışlardı. Bu mana da Türkistan ve Türkiye, aynı zamanda Ceyhun ve Ceyhan, Seyhun ve Seyhan da demektir. Ceyhun ve Seyhun Meveraünnehr’e hayat verirken, Ceyhan ve Seyhan da Çukurova’ya hayat vermektedir.
Tebliğimde, yüzyıllar sonra Ceyhun ile Ceyhan’ı yeniden birbirine bağlayan bir başka modern ırmaktan, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattından bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi BTC, çok yakında hayata geçecek ve ekonomik getirisinin yanında, kardeş coğrafyalar arasında önemli bir bağ olacaktır.

Bakü Petrollerinin Tarihine Kısa Bir Bakış
Bakü petrollerinin varlığı yüzlerce yıl öncesinden biliniyordu. Mesela, henüz 13. yüzyılda ünlü seyyah Marko Polo, Bakü'de petrolün ticari bir meta olarak kullanıldığından bahseder…
Buna bir başka örnek de, ülkenin çeşitli yerlerinde rastlanan ateşgahlardır. Bunlardan Bakü yakınlarında bulunan biri hala ayaktadır.
Azerbaycan, Büyük İpek Yolu’nun önemli güzergahlarından biriydi. Bu sebeple hareketli bir ticari hayata sahipti. Dünyanın çeşitli bölgelerinden buraya ticaret kervanları geliyor, bu topraklardan geçerek Avrupa’ya uzanıyordu. Bunlar arasında Hindistanlı tüccarlar da vardı. Ateşi kutsal ve hayatın kaynağı sayan Mecusilik o dönemlerde Hindistan’da yaygın inançlardan biriydi. Hindistan’dan ticaret amacıyla buralara gelip her taraftan kendi kendine yükselen ve sönmeyen alevleri gören Mecusi tüccarlar, bundan çok etkilenirler. Bu manzaraya bir tabiat üstülük atfederler. Ülkelerine dönünce de gördüklerini büyük bir heyecanla anlatmaya başlarlar. Böylece, Hindistan’da Abşeron yarımadasının ünü süratle yayılır. Bir süre sonra, bir çok Hintli buraya yalnızca ziyaret maksadıyla gelmeye başlar ve zamanla kutsal bir mekan haline dönüşür.
Azerbaycan, çok eski çağlardan beri “Odlar Yurdu” olarak tanınıyordu. Bu ifade, bugün için de yaygın olarak kullanılan bir kavram. Çünkü kadim devirlerden beri petrol bir çok yerde kendiliğinden yüzeye çıkıyor, devamlı yanan alevler halini alıyordu. Bu durum, çeşitli dini telakkiler oluşturduğu gibi, önemli bir ticari kazanç metaı haline de gelmişti. Nitekim, İran ve Arap dillerinde de rastlanılan ve bugünün 'ham petrol'ünden başka bir şey olmayan 'neft' kelimesi, yüzyıllar önceden beri aydınlatmada, ipek ve diğer dokumaların temizlenmesinde, hekimlikte ve savaşta kullanılıyordu.
Bakü petrollerinin sanayi metaı olarak işletilmesine ise 19. yüzyılda başlanır. Bakü’de ilk petrol rafinesinin kurulması 1859 yılındadır. Daha sonra, 1872 yılından itibaren petrol yatakları özel sermayeye açılır.
Yabancı yatırımcıların en tipik öncülerinden birisi, Nobel kardeşlerdir.
Nobel kardeşlerden Robert, Rus ordusuna tüfek yapımı için ceviz ağaçları aramak üzere 1873 yılında Bakü'ye gelir. Burada, petrolün ilkel yöntemlerle çıkarıldığına tanık olur. Ve bu sahaya girmenin kendisine büyük imkanlar vaat ettiğini görür. Bunun üzerine kardeşiyle birlikte, daha önceki işlerini bir kenara bırakıp, petrol işine yönelmeye karar verirler. O yıllarda tüm Azerbaycan gibi, Bakü de Rus işgali altındadır. Nobel Kardeşler, aynı yıl Rus Çarı'ndan rafineri kurma imtiyazı alırlar ve bu yolla petrol endüstrisine adım atarlar. Kısa bir zamanda da büyük bir zenginliğe ulaşırlar. Bir anlamda bugün onlar adına dağıtılan ödüllerde, Azerbaycan petrollerinin katkısı büyüktür.
Nobel kardeşlerden sonra, Hazar-Karadeniz Ticaret ve Sanayi Cemiyetini kuran Fransız Musevilerinden Rotschild sektöre girer. Bunu başka Avrupalılar izler ve böylece Bakü petrollerine yapılan yabancı yatırımlar hızla artmaya başlar. Öyle ki, 1890’lı yıllara gelindiğinde 6 İngiliz, 3 Fransız, 2 Alman, 2 Belçika ve 1 Yunan firması petrol alanında faaliyette göstermeye başlamıştır. Diğer taraftan, bu durum Azerbaycan’ı işgali altında bulunduran Çarlık Rusyası’nı da dünyanın en önemli petrol ülkelerinden biri haline getirir.
Üretimde sağlanan büyük artışla birlikte, petrolün taşınması meselesi de gündeme gelir. Önce, Bakü ile Batum arasında bir demiryolu hattı inşa edilir. Bu, Bakü petrollerinin dünyaya taşınması yolunda ilk önemli adımdır. Ancak, bu projeden istenildiği ölçüde verim sağlanamaz. Çünkü, demiryolu hattının dik yamaçlı bazı bölgelerinde, lokomotifler 5-6 tankerden fazlasını taşıyamamakta, bu ise üretimi etkilemektedir.
Bunun üzerine 1889 yılında, ilk boru hattının yapımına başlanır. Nobel kardeşlerce, Bakü-Batum arasına inşa edilen demiryolu hattının sorunlu kısmına yapılan hattın uzunluğu yaklaşık 70 kilometredir. Böylece problem yaşanan hattın dik yamaçlı dağlık bölgelerden geçen kısmı 'by-pass' edilmiş olur. Bu arada, Alfred Nobel'in icadı olan dinamitten de ilk kez bu boru hattının inşasında yararlanılır ve dinamitler kayalık bölgelerde güzergah açmak amacıyla kullanılır.
Diğer yandan bu hattın işletmeye açılması ile birlikte, daha çok petrolün taşınmaya başlanır. Dolayısıyla üretimin de artar. Ve, 20. yüzyıla girerken, dünya petrolünün neredeyse yarısı Bakü civarındaki kuyulardan üretilmeye başlanır.
Bakü petrolleri 2. Dünya Savaşı yıllarında da çok stratejik bir fonksiyon ifa eder. Sovyetler Birliği’nin ayakta kalmasını sağlayan en önemli amillerden biri olur. Hızla geriye çekilen ve Avrupa’daki topraklarını kaybeden Sovyet ordularının en büyük lojistik kaynağı haline gelir. İlk jet yakıtı da o günlerde Bakü petrollerinden ve bir Azerbaycanlı bilim adamı tarafından üretilir.
Bunun için savaş sırasında Hitler’in en önemli stratejik hedeflerinden biri Bakü petrollerine ulaşmak olur. Ancak, dönemin belgesel filmlerinde gördüğümüz Alman kurmaylarının Azerbaycan haritası şeklindeki pastaları keyifle kesmeleri filmlerde kalır; Almanlar Kuzey Kafkasya’ya kadar gelmesine rağmen Azerbaycan’ı ele geçiremezler.
Diğer taraftan savaş sırasında Bakü petrollerinin üretimi olağanüstü seviyelere ulaşmıştır. Bu ise rezervlerin önemli bir kısmını tüketilir. Sovyetler Birliği de. 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra, Urallar ve Batı Sibirya’daki yataklara yönelir. Bakü petrolleri ikincil seviyeye düşer.
Bu durum Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadar sürer ve Bakü petrolünün yeniden değer kazanması, Azerbaycan’ın yeniden bağımsızlığını kazanmasından sonra gerçekleşecektir.
Asrın Anlaşması ve BTC Rüyasının Gerçeğe Dönüşmesi
Bakü Petrolünün yeniden işletilmesi yolunda en önemli adım, 20 Eylül 1994 tarihinde imzalanan anlaşma ile atılır. Böylece, Hazar Denizinin Azerbaycan karasularında kalan Azeri, Çırak ve Güneşli petrol yataklarının ortak işletilmesi ve petrol üretiminin paylaşılmasına karar verilir. Bu anlaşma öneminden dolayı “asrın anlaşması” olarak nitelendirilecektir.
Bu anlaşmasının imzalanmasından sonra, esas tartışma Azeri-Çırak-Güneşli petrol yataklarında üretilen petrolün hangi yolla taşınacağı üzerinde yoğunlaşır. Çünkü verilecek karar, yalnızca ekonomik bir tercih olmayacaktır. Aynı zamanda, uzun yıllar Rus işgali altında kalmış bölge ülkelerinin siyasi ve stratejik yönelimlerini de belirleyecektir. Bu sebeple, 1998 yılı başlarına kadar keskin bir uluslar arası rekabet başlar.
Nihayet, Nisan 1998’de Ankara’da Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye, Kazakistan ve Özbekistan Devlet Başkanlarınca bir deklarasyon imzalanarak, petrol taşıma güzergahının belirlenmesi konusunda ilk adım atılır. Bu, 1999 yılının Ekim ayında Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanan İstanbul protokolüyle daha somut bir hale getirilir.
Ancak, buna rağmen özellikle Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde uluslar arası baskılar azalmaz. Nitekim, dönemin Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şavardnadze, Azerbaycan’da yayınlanan Üç Nokta gazetesine verdiği bir demeçte, Rusya eski Devlet Başkanı Yeltsin’in kendisini telefonla bizzat arayarak anlaşmadan çekilmesini istediğini belirtmiş; hatta o dönemde kendisine düzenlenen suikastı da bununla ilişkilendirici imalarda bulunmuştur. O dönemde neler yaşandığını ve nasıl bir haleti ruhiye içine girildiğini herkes hatırlayacaktır.
Sonunda, 18 Kasım 1999’da İstanbul’da gerçekleştirilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı toplantısı sırasında nihai karar verilir ve güzergah kesinleştirilir. Zirvesi sırasında bir araya gelen Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan Cumhurbaşkanları tarafından, ABD Başkanı'nın da hazır bulunduğu bir toplantıda Bakü petrollerinin hangi gizergahtan taşınacağına dair "Hükümetler Arası Anlaşma" imzalanır.
Ertesi yıl, Azerbaycan, Bakü-Tiflis-Ceyhan projesini desteklemek için bir “sponsor grup” meydana getirir. Çeşitli ülke petrol şirketlerinin katılımıyla oluşturulan bu grup, anlaşmanın hayata geçirilebilmesi için gerekli hazırlıkları süratle tamamlamaya girişir.
Artık projenin hayata geçirilmesinin vakti gelmiştir. Tarihler 18 Eylül 2002’yi gösterdiğinde taraf üç ülke cumhurbaşkanlarının katılımıyla Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattının temeli atılır. Bununla, Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı bir rüya olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüş olur. Artık, "Doğu-Batı enerji koridoru tasarısı” geri dönülmez bir merhaleye girmiştir.
Önceleri bir hayal olarak görülen bu projenin hayata gerçekleşmesinde, Azerbaycan’ın merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in rolü büyük olur. Nitekim bu hususta, Gürcistan eski Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze, "Haydar Aliyev'in öngörüsü ve kararlılığı olmasaydı, enerji koridoru gerçekleşmezdi" diyerek durumu çok açık ortaya koymaktadır.
Hattın Tamamlanması
Toplam uzunluğu 1,730 km metre olan boru hattının 443 kilometrelik kısmı Azerbaycan’da topraklarında yer almaktadır. Azerbaycan bölümü BTC hattı için en uygun coğrafi şartların bulunduğu bölgedir denilebilir. Çünkü, Gürcistan ve Türkiye’nin aksine genellikle düz arazilerden uzanmaktadır. Ancak yine de kış boyu süren yağışlar ve çamurlu araziler hattın inşasını oldukça olumsuz etkilemiştir.
Buna rağmen bölgede işler planlandığı gibi devam ettirilmiştir. Bunun için de büyük bir insan gücü istihdam edilmiştir. Bu durumdan en çok istifade edenler ise “kaçkın ve mecburi köçkün” olarak adlandırılan Karabağ mültecileri olmuş, işçilerin yüzde 60’ına yakını onlar arasından seçilmiştir.
Kazılar esnasında çok önemli arkeolojik kalıntılar da ortaya çıkarılmıştır. Öyle ki, Azerbaycan arazisinde 70’e yakın potansiyel arkeoloji alanı tesbit edilmiştir.
Bunlardan biri de Şemkir bölgesi yakınlarındaki tarihi kabristanlıktır. Burasının demir çağı’na ait olduğu tahmin edilmektedir. Bu konuda, bilim adamları da çok hassas davranmış ve tarihi alanların tahrip olmaması için azami dikkat göstermişlerdir.
Boru Hattı’nın Gürcistan’daki uzunluğu ise 249 kilometredir. Ülkenin Zalko bölgesi BTC hattının başlangıç noktasını ve esas merkezini teşkil etmektedir.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru hattının en kısa bölümü olmasına rağmen, en çok güçlükle de, Gürcistan’da karşılaşılmıştır. Bu dağlık bir coğrafyaya sahip olmasının yanı sıra kalifiye eleman eksikliğinden de kaynaklanmıştır. Bunun dışında resmi yetkililer de sık sık çeşitli gerekçeler ileri sürerek bölgedeki çalışmaların aksamasına yol açmişlardır.
Çalışmalar sırasında Gürcistan’da da, bir çok arkeolojik kalıntılar ortaya çıkarılmıştır. Örneğin, Zalka istasyonu yakınlarındaki Ali Baba sahasında M.Ö. 12. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen bir kabristan bulunmuştur. Bilindiği gibi, BTC Petrol Boru hattının Gürcistan nan bölümü, Türklerin kadim yerleşim yerleri olan Borçalı, Ahıska gibi bölgelerden geçmektedir.
Bakü-Tiflis-Ceyhan ham Petrol hattının en büyük bölümü Türkiye sınırları içerisinde uzanmaktadır. Ülkemizin kuzey Doğusunun en uç noktasından başlayan bu hat, Erzurum, Sivas ve Kayseri üzerinden geçerek, Adana’nın Ceyhan ilçesinde son bulmaktadır.
Hattın tamamlanması ile birlikte, Bakü petrollerinin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan denizlere açılma öyküsü de sona ermiş olacaktır.
Petrolün BTC yoluyla taşınmasının önemli bir çok avantajı bulunmaktadır. İlk olarak, günde 1 milyon varil petrol Boğazlar üzerinden değil doğrudan boru hattıyla taşınacaktır. Bunun Boğazların güvenliği açısından ne kadar önemli olduğu ortadadır. Sonra, BTC projesi Türkiye’nin enerji güvenliğine de olumlu katkılar sağlayacak; aynı zamanda ABD ve AB ile ilişkilerini de müspet yönde etkileyecektir. Ayrıca ülkemiz boru hattından senede 200-300 milyon dolar dolayında bir gelir elde edecektir.
Bu arada projenin Türkiye bölümünün yapımında Türk malları ve hizmetlerinin kullanılması da Türkiye`ye yaklaşık 1,4 milyar dolar kazandırmıştır.
Şu anda 11 ortağı olan BTC’nin en büyük hissedarı % 30.1’le İngiliz BP şirketidir. Onu, Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi % 25’le takip ederken Amerikan Yunakol Şirketi % 8.90’la üçüncü, Norveç’in Statoyl şirketi % 8.71’le dördüncü, Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı ise % 6.53 hisseyle beşinci ortak durumundadır. Diğer ortaklar arasında ise, Fransız, İtalyan, ABD, Japon, Suudi Arabistan şirketleri bulunmaktadır.
BTC’nin Türk Dünyası İçin Önemi
Bakü-Tiflis-Ceyhan büyük ekonomik potansiyele sahip olduğu kadar büyük stratejik öneme de sahiptir. Proje, transit ülkelere sağlayacağı gelirlerin yanı sıra, bu ülkelerin birbirleri ve Batı dünyası ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini de güçlendirecektir. Özellikle Kazakistan’ın da projeye katılması ile birlikte, Modern İpek Yolu Orta Asya’ya kadar uzanacak ve bölgesel istikrar ve ilişkilerin derinliğini daha da arttıracaktır.
Diğer yandan proje, Anadolu’yu Doğu-Batı enerji koridoru arasında bir köprü haline getirecek, Ceyhan Limanı da, bir uluslararası enerji terminali haline gelecektir. Bu ise, Türkiye'nin Orta Asya ve Kafkasya ülkeleriyle daha istikrarlı ilişkiler kurması yolunu açacak, aynı zamanda Hazar havzası kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılmasında merkezi rol oynama imkanı verecektir.
Bilindiği gibi Kafkasya, yerkürenin en jeo-stratejik öneme sahip bölgelerinden birisidir. Hem dünyanın kalbi -“heartland”- olarak adlandırılan “Orta Asya” coğrafyasına açılan bir kapı, hem de Avrasya’nın sıcak denizlere iniş koridorudur. Uzun bir süre Rusların kontrolü altında kalan bölge, Sovyetler Birliği’nin dağılması birlikte, yeniden uluslar arası güç ilişkilerinde mihver bir konuma yükselmiştir. Şu anda uluslar arası sistemin tüm başat aktörleri bu coğrafyada at koşturmakta ve etki sahibi olmaya çalışmaktadırlar.
Diğer yandan 16. yüzyılın hemen başlarında, kadim Türk anayurdundan Balkanlara kadar uzanan büyük Türk coğrafyası talihsiz bir dönemle karşı karşıya kalmıştır. Kardeşin kardeşle, siyasi mülahazalarla karşı karşıya geldiği bu tarihten sonra, Türk dünyası üç ana coğrafyaya bölünmüştür. Böylece, önceki dönemlerde var olan, doğudan batıya, batıdan doğuya karşılıklı ve sürekli nüfus hareketliliği kesilmiştir. Bu, o zamana kadar Avrasya coğrafyasının hükümran ve hakim milleti olan Türklerin, bölünmüş bu coğrafyalar içinde donuklaşmasına ve akabinde gerilemesine yol açan en önemli amillerden biri olmuştur. Bir süre sonra da, Orta Asya’da büyük devletler dönemi sona ermiş, Türkler kendi içlerinde bölünerek küçük hanlıklar halinde yaşamaya başlamışlardır. Kafkaslar’da da benzer bir süreç yaşanmış; özellikle bugünkü Azerbaycan coğrafyası, tıpkı Orta Asya’da olduğu gibi hanlıklara bölünmüştür. Bunun dış tesirlere kapı aralayacağı açıktı; nitekim böyle de olmuştur. Böylece, 18. yüzyıldan itibaren tüm Orta Asya ve Kafkaslar dış güçlerin denetimine girmiştir.
Ortaya çıkan tablo, Batı’ya doğru bir hareket alanı olması sebebiyle başlangıçta etkilemiyor görünse de, belli bir süreçte Osmanlı Devleti üzerinde de kendi etkisini göstermekten geri kalmamıştır. Doğu’da hareket alanı kaybolan ve asli nüfus unsurunun akışı kesilen Batı Türklerinin, en önemli gerileme sebeplerinden biri de bu olmuştur.
Bunun için, bugün ortaya çıkan konjonktürde; kardeş ülkeler, halklar ve coğrafyalarla sosyal ve kültürel ilişkilerin kuvvetlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Bu anlamda, Ceyhun’la Ceyhan’ı birbirine bağlayan BTC, Türklere tarihi bir fırsat sunmaktadır. Demir-çelik sanayisi üzerine bina edilen Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, petrol hattı vesilesiyle Türk dünyası yeniden birbiriyle kaynaşabilir. Önemli olan, bu hattın oluşturduğu cazibeyi Türk dünyasının bir araya gelebileceği ekonomik ve kültürel bir vasata dönüştürmek iradesini gösterebilmektir. Böylece, yüzyılların ayırdığı Ceyhun ve Ceyhan, yeniden, bir daha ayrılmamacasına birbirlerine kavuşmuş olacaktır.
Saygılarımla.
Abdulhamit Avşar

“Ceyhun’dan Ceyhan’a” Uluslararası Sempozyum Bildirisi
24-31 Mart 2006
Ceyhan/Adana

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid