Ana içeriğe atla

Enver Paşa’nın Doğu Türkistan Konusundaki Faaliyetleri


  "Türkistan topraklarında bir er gibi savaşırken toprağa düşmesinin 92. yıldönümü anısına"

Bilindiği gibi Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İttihat ve Terakki’nin diğer önde gelenleriyle birlikte Türkiye’den ayrılmıştı. Enver Paşa’nın bu tarihten sonraki hayatı hakkında, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında çeşitli eserler yazılmıştır. İşte bunlardan birisi de Japon tarihçi Prof. Dr. Masayuki Yamauchi tarafından kaleme alınan “Hoşnut Olamamış Adam – Enver Paşa, Türkiye’den Türkistan’a” adlı eserdir. Bağlam Yayınları tarafından neşredilen kitap, başta Türk Tarih Kurumu olmak üzere, çeşitli ülkelerin arşivlerinden yararlanılarak yazılmış. Daha da önemlisi, Enver Paşa ve yakın arkadaşlarının mektupları temel olarak alındığından, bizlere bu dönemdeki faaliyetlerle ilgili birinci el kaynaklar sunması ve olayların bizzat yaşayanlar tarafından nasıl değerlendirildiğini göstermesi bakımından oldukça yararlı. İşte biz de bu yazıda, adı geçen kitabı esas alarak, Enver Paşa’nın D.Türkistan’a yönelik düşünce ve faaliyetlerine değinmeye çalışacağız.
Henüz İttihat ve Terakki Osmanlı Devleti’nin yönetiminde iken, daha önceki yönetimin izini takip ederek, Türkistanla ilgilenmeye başlamış ve gerek Batı gerekse Doğu Türkistan’a yönelik kimi teşebbüslerde bulunmuştur.[1] Örneğin 1913 yılında oradaki Türklerle irtibat kurmak ve ortak bir bilinç uyandırmaya yardımcı olmak üzere D. Türkistan’a gönderilen Habibzâde Ahmed Kemal (İlkul), hatıralarında, bu yolculuğun İttihat ve Terakki yönetimince planlandığını ve kendisinin dönemin İçişleri Bakan Talat Bey (Paşa) ve Ziya Gökalp tarafından ikna edildiğini anlatır.[2] Yine Hindistan üzerinden D.Türkistan’a geçen Adil Hikmet Bey ve dört arkadaşı da bu amaçla oraya gitmişler ve çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.[3]
İşte İttihat ve Teraki’nin bazı ileri gelenleri, başta Enver Paşa olmak üzere, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu konu ile yeniden ilgilendiler. Özellikle Enver Paşa’nın, bu konuda, henüz İstanbul’dan ayrılmadan önce bazı planları olduğu söylenebilir. Zaten Enver Paşa’nın Rusya’ya hareketinden önce, İstanbul’da bulunan taraftarları onun Türkistan ve Kafkasya’daki faaliyetlerin başına geçeceğini düşünüyorlardı.[4] Enver Paşa’nın Almanya ve Rusya arasında gidip gelmelerden sonra yaptığı ilk işlerden birisi de İslam İttihad Cemiyetleri İttihadı adlı bir birlik kurmak olmuştur. Çeşitli Müslüman ülkelerden sorumlu ayrı ayrı kollar şeklinde organize edilen bu teşkilatın üç önemli ve özerk merkezi bulunmaktaydı: Anadolu, Doğu Türkistan (Kaşgar) ve Afganistan. Enver Paşa’nın düşüncesine göre, Anadolu’dan Mustafa Kemal Paşa, Afganistan’dan Cemal Paşa, Doğu Türkistan’dan ise Halil Paşa* ve Hacı Sami Bey** sorumlu olacaktı.[5]
Doğu Türkistan’la ilgili merkez, ilk iş olarak, bağımsızlık için izlenecek yol konusunda kısa bir protokol metni hazırlamıştır. İttihad-ı İslam Cemiyeti’nin İkinci Protokolü olarak Moskova’da, muhtemelen 15- 20 Ekim tarihleri arasında kabul edilen bu protokol; Sami, Cevad Tali, M. Ziya ve Halil Paşa imzasını taşıyordu. Protokol metnine göre,
1- Kaşgar’da harekât-ı askeriye ve ihtilâliyeden dolayı vukû’i melhûz her şeyden, kumandan ve hareket-i ihtilâliye re’isi yalnız Mümessil-i Umûmî ve başkumandana karşı mes’ûldur.
2- İstihsâl-i muvaffakiyetten sonra teşekkül edecek Kaşgar Cumhuriyeti’ne dahi aynı sûrette mes’ûldur. Askerî ve siyasî hareketlerini bildirmeğe de mecbûrdurlar.
3- Harekât-ı askeriye ve ihtilâliye hasbe’l-icâb devâm ettirilmek icâb ederse, bu hükûmet-i mahalliyenin karâr ve tasvîbi ile icrâ’ olunur.
4- Kaşgar’da hükûmet teşekkülden sonra re’îsicumhur Merkez-i Umûmiye Kaşgar mümessili olarak dâhil olur.
5- Kaşgar Hükûmeti tarafından taleb edilecek ecnebî müşâvir ve mütehassıslar Başkumandan ve Mümessil-i Umûmî tarafından intihâb ve Merkez-i Umûmî’nin dahi re’yi inzimâm etmek sûretiyle tavzîf olunurlar. Bu Me’mûrîn vazifeleri dolayisiyle Merkez-i umûmî dahi mes’ûldürler.
6- Kaşgar’da mukîm ve muvazzaf her şahıs ve ecnebî me’mûrîn Kaşgar Kânûn-i esâsine tâbi’dirler.[6]
Ancak bütün bunlara rağmen bu Birlik Doğu Türkistan’da pek aktif bir faaliyet gösteremeyecek ve bir süre sonra Halil Paşa, Doğu Türkistan’la ilgili merkezden ayrılarak, Cemal Paşa ile birlikte, Afganistan ve Hindistan’da görev almayı isteyecektir. Bu konuda İngiltere’nin Kaşgar’daki Başkonsolosu P. T. Etherton da “Hırslı ve kendilerini bu çizgiler üzerinde düzenleyebilecek birkaç kişi dışında, Pan-Turanist ve Pan-İslamist hareketler, takdire değer hiçbir ilerleme gerçekleştirememişlerdir.” diyerek bulunulan noktanın altını çiziyordu.[7]
Kitapta Doğu Türkistan’la ilgili bir başka hususa da s. 67’de rastlamaktayız. Burada yer alan bilgilere göre, Anadolu’ya geçme planları yapmak üzere Batum’da bulunan Enver Paşa’yı, tavsiyelerine çok güvendiği Hacı Sami Bey, Kaşgarlı Abdulmecid adında bir tüccarla tanıştırır. Daha önce belirtildiği üzere itihad-ı İslam Cemiyeti’nin D. Türkistan’la ilgili şubesinin sorumlularından biri olan Sami Bey, 100 bin kişilik bir başkaldırı ile Türkistan’ın bağımsızlığına kavuşabileceği konusunda Enver Paşa’yı ikna eder. Ne kadar etkili olduğu tam anlamıyla bilinmemekle birlikte, bu görüşmeden kısa bir süre sonra Enver Paşa Batum’da ayrılarak Bakü yoluyla Buhara’ya gitmiştir. Belki de buradan Doğu Türkistan’a geçmeyi planlamaktaydı. Ancak bilindiği gibi, Enver Paşa Buhara’ya gititikten sonra, Basmacı hareketine katılmış ve 4 Ağustos 1922 tarihinde bir çarpışma sırasında hayatını kaybetmiştir.
Peki neydi Enver Paşa’yı ta Doğu Türkistan’a kadar olan topraklarda böylesine bir mücadeleye sevkeden? Bu yalnızca romantik bir maceraperestlikle açıklanacak kadar basit olmasa gerek. Nitekim Yamauchi bunu “Türkiye sınırlarından Hindistan sınırlarına dayanmış Türk İmparatorluğu’nun çekirdeğini yaratmak” ülküsü olarak tanımlıyor. Enver Paşa, “Doğu Türkistan ve dahası Afganistan’daki Müslümanları kapsayan böyle bir Pan-İslamist ve Pan-Türkist devlet içerisinde önemli bir rol oynamak istemekteydi.” [8] Ancak bu, hem Sovyet Rusya hem de İngiltere’ye açık bir meydan okuma niteliği taşıdığından hegemonik güçler tarafından asla izin verilemeyecek bir projeydi. Nitekim öyle de oldu. Ama bu projesi her ne kadar başarıya ulaşamamışsa da, Enver Paşa’nın bu uğurda canını vermesini de engelleyememiştir.
Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, D. Türkistan halkı, Türkiye’den kendisine uzatılan eli her zaman sadakatle sıkmıştır ve hiçbir zaman bu dost ele ihanet etmemiştir. Zaten İttihat ve Terakki’nin Doğu Türkistan’a gönderdiği kişilerden biri olan Adil Hikmet Bey de hatıralarında bunu sarahatle belirtir: “En kara günlerde bile ahali tarafından terk olunmadık.”[9]

Abdulhamit Avşar
“YOM” dergisi
Sayı 1, Bakü 2005
Sayfa 84-86
Not: Makale Kırgızistan’da yayınlanan “TÜRKEL” gazetesinin İyun (Haziran) 2006 tarihli 7 (13) nolu sayısında da yayınlanmıştır.

[1]İttihat ve Terakki’den önceki döneme ait D. Türkistan ilişkileri için bk. BA, Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münâsebetlere Dâir Arşiv Belgeleri, Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 1992, s.82-95. Ayrıca Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye-Doğu Türkistan İlişkileri için bk. Abdulhamit Avşar, “Atatürk’ün Doğu Türkistan’a Bakışı”, Doğu Türkistan’ın Sesi, Yıl 13, Sayı 53, İstanbul: Doğu Türkistan Vakfı Yayını, 1997, s. 12-16.
[2]Habibzade Ahmed Kemal, Çin-Türkistan Hatıraları, haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 1996, s.12-15.
[3] Adil Hikmet Bey’in hatıraları için bk. Adil Hikmet Bey, Asya’da Beş Türk, (Haz.) Yusuf Gedikli, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1998.
[4] Masayuki Yamauchi, Hoşnut Olamamış Adam- Enver Paşa, Türkiye’den Türkistan’a, İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1995, s.25.
* Eski Kafkasya Orduları Komutanı olan Halil Paşa, aynı zamanda Enver Paşa’nın amcasıdır. Halil Paşa’nın Orta Asya Türkleri hakkındaki şu sözleri onun düşünceleri hakkında oldukça aydınlatıcı olabilir: “Ver elini Çin Türkistanı! Duyduğuma göre Cengiz senin bağrından türemiş, o halde tamam: benim de Cengiz adında bir oğlum var.” Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, C. III (1914-1922), İstanbul: Remzi Kitabevi, 1985, s.513.
** Hacı Sami Bey, Birinci Dünya Savaşı öncesi Türkistan ve Çin’de çeşitli istihbarat görevlerinde bulunmuş, savaş yıllarını da Orta Asya ve Hindistan’da geçirmiş bir İttihatçı’dır.
[5] Hoşnut Olamamış Adam- Enver Paşa, s.47.
[6] A.g.e., s. 315.
[7] A.g.e., s. 57.
[8] A.g.e., s.74. Ayrıca bk. Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, s.529-531.
[9] Asya’da Beş Türk, s.23. Bu arada Batı Türkistan’ın büyük şairi Çolpan’ın Enver Paşa’nın ölümü üzerine yazdığı mersiye de dikkat çekicidir. Şöyle diyor Çolpan Enver Paşa için:
“Son nefesini düşmanlar aldı,
Ah, iğrenç zamanlar geldi,
Talihsizliğime şimdi şeytanlar güler.”
Baymirza Hayit, Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınevi, 1985, s. 284.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Selçukluların Tarih Sahnesine Çıktığı KAYIP ŞEHİR: CEND

Nehrin ötesi anlamına gelen “Maveraünnehr”, Ceyhun Irmağı’nın kuzeyinde uzanan merkezî Asya bölgesini anlatır.   Müslüman Araplar, bu tanımlamayı, Grekler ve Romalıların klasik literatüründe kullanılan “Transoksiyana” sözünün tam karşılığı olarak kullanmışlardır. Bölgenin güney sınırlarını Ceyhun Irmağı (Amuderya) belirlerken, kuzey sınırlarında da Seyhun Irmağı (Sirderya) uzanır. Maveraünnehr, tarihin ilk dönemlerinden itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri olmuş, medeniyetlere, cihan imparatorluklarına beşiklik etmiştir. Anadolu’ya, adları, Ceyhan ve Seyhan olarak taşınan bu ırmaklar arasında uzanan uçsuz bucaksız toprakları bir tenakuzlar coğrafyası olarak tanımlamak yanlış olmaz… Buralarda seyahat ederken verimli ovaların hemen ötesinde ufukları kaplayan bozkırlar karşılar insanı… Seyredenlere azamet duygusu veren yüce dağların zirvelerinden ise karlar hiç eksilmez… Aynı zamanda bir imparatorluklar beşiğidir Seyhun ve Ceyhun arası engin topraklar… Renkli ve sonsuzmuş

Çöl Ortasındaki Medeniyet Havzası: TURFAN

Rus kâşif Kuznetsov, “Orta Asya’yı gezen herhangi birine ayrımların dışında aklında ne kaldığını soracak olursanız, size ‘çelişkiler’ diyecektir” der. Gerçekten de anayurdun uçsuz bucaksız coğrafyasında, her yerde ve her şeyde insanda hayranlık uyandıran bir tenakuzla karşılaşmak âdeta tabii bir durumdur. Kadim İpek Yolu’nun en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Doğu Türkistan’ın Turfan şehri, bu çelişkilerin en bariz misallerinden biri olarak karşımıza çıkar.   Şehrin kuzeyinde uzanan efsanevȋ Tanrı Dağlarının 5445 metre yüksekliğindeki Bogda Tepesi, yılın her günü buzullar ve karlarla örtülü iken, d ünyanın Lut Gölünden sonraki ikinci çukurunda yerleşen Turfan ise, denizden 154 metre aşağıda kurulmuştur ve sıcaklık yılın pek çok ayı boyunca 40 derecenin üstünde seyreder, yazın ise 50 dereceyi bulur.   Bu sebeple "od vahası", “alev vahası” olarak da adlandırılır. Şehrin etrafını çevreleyen dağların adları da bu tenakuzu gözler önüne serer ve coğrafya hakkınd

ÖRNEK BİR BÜYÜKELÇİLİK

            Bugün bayram... Gönüllerimizin umutla dolduğu, sevinç içinde olmamız gereken günler, bugünler... Bu sebeple ben de bu anlamlı günde, ülkemiz için yurtdışında yapılan güzel faaliyetlerden söz etmek, bu konudaki hatıralarımdan yola çıkarak bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Örneğim de son yurtdışı görev yerim Kazakistan'dan olacak.               Öncelikle söylemek gereken, bulunduğum süre içinde ülkemizin Kazakistan'daki büyükelçiliğinin çok gayretli, samimi ve kardeşçe hislerle çalıştığıdır. Her düzeydeki büyükelçilik mensuplarının iki ülke ilişkilerinin daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi için nasıl samimi çaba gösterdiklerini görerek ülkem adına hep sevinmişimdir.               Elbette bunda, ülkemizin dış misyonlarındaki yeni görev anlayışının büyük rolü olduğu kuşkusuzdur. Ancak insan unsurunun da en az bunun kadar önemli olduğu da bir gerçek. Örneğin ben ilk gittiğimde Astana Büyükelçisi olan Sn. Nevzat Uyanık, Müsteşar Sn. Özlem Hersan idi ve onların lid